Atatürk’e
eleştirel yaklaşsam bile, onun “yurtta sulh cihanda sulh” özdeyişini çok beğenirim.
Bu özdeyiş
bir anlamda “huzurlu toplumu” ifade ediyor. Başka bir anlamda ise, toplumun
barış içerisinde yaşamasını, (devlet ve millet) olarak nefse esir düşmemesini
tanımlıyor. Bu aynı zamanda dünya ölçeğinde de huzuru/barışı getiriyor.
Ancak,
Önce birey
sonra toplum olarak barış içerisinde yaşamak azmi öyle çok da kolay tesis
edilemiyor.
Toplumu
huzursuzluğa sevk edecek argümanları bilmeniz gerekiyor. Bunun için de toplum
yapısını, geleneğini, değerlerini velhasıl toplumu yaşatan, ayakta tutan
unsurları iyi analiz etmek; sonrasında da toplumu medeniyette ileri taşıyacak
fikirleri üretmek, uygulamaya geçmek becerisine sahip olmaya kalıyor.
Bunlar çetin
işlerdir/ yollardır. Önce irade gerekir. Bu konuda bilgi birikimine sahip
inanmışlar gerekir. Yine kurucu iradenin ve belli başlı toplum kesimlerinin bu
konuda hemfikir olmaları gerekiyor. Bunlar kolay işler değil elbette…
Geçtiğimiz
yüzyılın ideolojik güce dayalı kurucuları ve rejimleri “en doğrusu bu” diktası
ile toplumu hizaya getirme yöntemlerinin işe yaramadığını tarih bize gösterdi.
İkinci dünya
savaşından sonra Batı yeniden yapılandı, hızla eski yaralarını sardığı gibi
medeniyette büyük adımlar attı. Bir anlamda “toplumsal mutabakatını” sağladı.
Elbette yaklaşık yüz elli yıl yaşadığı toplumsal ve siyasal travmalarından,
savaşlardan aldıkları dersler bunda büyük rol oynadı. Yani akıllandılar…
Bunun en
güzel örneklerinden birisi Japonya’dır. İkinci Dünya Savaşına kadar otoriter, yayılmacı,
militarist Japonya şu anda bu huyunu terk etmiş görünüyor.
Bu alanda
travma yaşamayan ülkemiz Cumhuriyetin kurulması ile birlikte “çağdaş, medeni
bir toplum” yaratma iddiası ile birlikte yeni uygulamalar ortaya koydu.
“Lider, önder
kültü” her zaman işe yaramıyor. Yukarıda da değindiğimiz gibi yaşanacak
travmalardan gelen tecrübeler, irade, toplumsal dönüşüm için gerekli bilgi
birikimleri ve en önemlisi azami “toplumsal mutabakat” gerekiyordu. Bunlar ne
derece mevcuttu? Sorusu aklımıza geliyor.
Olmadığını
şuradan anlıyoruz,
Kuruluşumuzun
yüzüncü yılını kutladığımız halde, halâ “toplumsal mutabakatımızı”
sağlayamadığımız ve huzura eremediğimiz ayan beyan ortada.
Yaşadığımız
bunca olaylar bizim aklımızı başımıza getirir mi? Tamir etmek yeni yapmaktan
zordur. Hangi siyasal irade ve hangi toplumsal yapıyla?
Devlet bir
şekilde ayakta kalır, onda şüphem yok. Fakat ömrümüz hep didişmeyle, düşman ve
hain yaratmayla, duygusal ve ekonomik sömürme/sömürülmeyle geçecek gibi geliyor
bana…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder