Yıllardan
seksenlerin sonu, doksanların başıydı galiba… Yılını tam hatırlamıyorum.
Büroma
Belçika’da çalışan bir müşterim, yanında yaşlı bir Belçikalı hanımla ziyaretime
gelmişti. Hoş sohbetten sonra (huyum gereği) Belçikalı hanıma sordum. “Biz
Türklerin en çok tuhafınıza giden huyu nedir?”
“Siz
cenaze törenlerinizi ne kadar çok abartıyorsunuz?
Şaşırdım…
“Nasıl yani?” Diye sordum.
“Geçen
ay bir Türk ölmüştü. Cenaze töreninde yüzlerce kişi vardı. Birkaç ay önce annem
ölmüştü. Cenaze töreninde papaz dâhil dokuz kişiydik. Bin kişi de olsa, dokuz
kişi de olsa gideceği yer belli.”
O
günkü mantığımla “bu bir itibar meselesi” diyemedim.
Nitekim…
9O’
yılında Azerbaycan’dan dönerken Batu’ma gelmeden önümüzde asfalta saçılmış bir
kilometreyi aşkın karanfilleri görünce otomobilin şoförüne “bunlarda ne? Diye
sorduğumda “itibarlı bir kişinin cenazesi geçmiş.” Dedi.
Yıllar
sonra,
Mustafa
Koç’un cenazesinin defnedildiğinin akabinde gazetelerde “Mustafa Koç’un
tabutunun üzerine Osmanlıdan kalma altın simlerle işlenmiş nadide bir örtü
konmuştu.” Diye okumuştum. İtibardan taviz verilmemişti yani… Öbür tarafta ne
faydası olacaksa!..
Ötür
tarafta karanfillere, nadide örtülere ne kadar itibar edilir? Bizce meçhul!..
Yine,
2013
yılında arkadaşımın vefatının kırkıncı anma töreni için Azerbaycan’dayım. Anma
salonunda yemekler yeniliyor, çaylar, meşrubatlar ikram ediliyor. Hoca kürsüde
ayetler okuyor, dualar ediyor. Biz de arada bir âmin diyoruz. Bu böyle öğlenden
akşama kadar sürdü.
Bir
sonraki gün mezar başına gittim. Mermerden güzel bir mezar. “Dahi iyisi olamazdı”
dedim kendi kendime.
Bu
kadar masraf garibime gitmiş olacak ki oğluna “ne kadar masrafınız oldu?”
“Cenaze
masrafımız çok oldu Yakup Amca, altı bin doları geçti.” Nasıl yani… Deyiverdim.
Delikanlı,
itibarımız bunu gerektiriyor, oğlu atası için bir şey yapmamış dedirtmemek
için. Aslında başka bir faydasının olmadığı biliyorum.”
Cevap
ortada,
“İtibar
meselesi.” Ama asıl soru şu… “Gidenin mi yoksa kalanın mı itibarı?”
Bizde
de bu kadar olmasa bile, başka bir biçimde kendini zuhur ediyor.
(Gerçi
vazgeçildi) Mezar başında “ıskat, devir” çok önemli idi. Şükür bu iş
savsaklandı. Detaya girmeyeceğim. Şimdi definden sonra üç mü olur yedi mi olur
akşamları ikramlı kuran okutmalar moda. Mali imkânlar nispetinde ikramların önü
arkası yok. Hocaların sayısı ve meşhurluğu cenaze sahibinin mali durumuyla
doğru orantılı. “Öbür dünyada yine zenginler cennette başköşeyi kaptılar” demiştim bir arkadaşıma.
Ben
hep şunu düşünürüm,
Ölen
liderler için yaptırılan heyula anıtlar giden için mi yoksa sisteme hâkim
olanlar için mi? Ben ikinci şıktan yanayım.
Neyse,
size gülümseyeceğinizi umduğum bir anımla yazımı noktalayayım.
On
beş yaşlarındayım. Bir gün eski konağımıza komşu olan konağın hizmetine bakan
kadın geldi. Hışımla odadan içeri girdi.
“Kör
olmayası, bize sağken çektirdi, öbür tarafa gidince de rahat bırakmayacak.” Rahmetli
anam “hayırdır kız, ne bu hışım.”
“Öbür
tarafa gidecek ya… Bize durmadan vasiyet ediyor.”
Ne
vasiyeti?
(Komşu
konağın yaşlı hanımı ağır hasta, artık kendinden umudunu kesmiş, öbür tarafı
düşünmeye başlamış.)
Diyor
ki,
“Ben
öldükten sonra her Cuma akşamı kuran okutturacaksınız. Cuma günleri, kadir
geceleri hatim indirteceksiniz. Ramazanda Mukabele okutacaksınız.”
Başka,
“Ramazanda
her akşam fakire iftar yemeği vereceksiniz.”
Anam,
“dünyada iken bunları yapıyor mu?”
“Nerde,
bırak fakiri bize bile zırnık koklatmıyor.”
Siz-siz
olun kendi itibarınızı kendiniz sağlayın. Geride kalanların sizin üzerinizden
nam salmalarına müsaade etmeyin. Size de hiçbir faydası olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder