27 Ağustos 2018 Pazartesi

FINDIK HİKAYELERİ(1)


       fındık hikayeleri ile ilgili görsel sonucu
Gerçi… Artık fındığın kendisi de hikâye oldu ya… Rahmetli Eceanam bazen dellendi mi “ne başı belli ne de kıçı.” Derdi.
         Onun gibi bir şey. Fındığın ne başı belli ne de kıçı. Fındığa ne üretici önem veriyor ne de alıcı. Kökü kurusa da kurtulsak kabilinden… Hani bazen de  bu milletin üzerine  külfetmiş hissi de vermiyor değil.
         Geçen gün Gürcü çalışanımla sohbet ederken Yakup Efendi “bizim bu yıl iki yüz kilo fındığımız oldu.”
         Değince bende merak sardı. Bu iş nasıl oldu dedim.
         Çalışanım; Bundan üç yıl önce kardeşim buradan fındık fidesi götürdü. Yetişti, bu yıl iki yüz kilo fındıkları oldu.
         Desene kardeşin köşeyi döndü…
         “Efendi Türkiye’de kim döndü ki Batum’da da dönecek?”
         Şu “bizim İtalyanlar” var ya… Diyecekken vazgeçtim.                                       
         Çalışanım da artık bu işten iki yakamızın bir araya gelemeyeceğini anlamış dedim kendi kendime.
         Bir ara merakıma mucip oldu sordum; Harmanı ne zaman yaptınız?
         “Biz harman yapmadık.”
         Eee… Fındığı nasıl ayıkladınız deyince gündüz topladığımızı annem gece ayıkladı dedi. Nasıl yani? Dedim. Siz kapçuklu fındığı kurutmadan el ile mi ayıkladınız?
         Efendi bizde patoz mu var? Dedi haklı olarak.
         Vay beee… Dedim kendi kendime. Fındık üretim teknolojisinde ülke olarak epeyi ilerlemişiz de haberimiz yokmuş.
         Osman desene epeyi alacak yolunuz var. Gel sana eskiden yani patoz henüz icat edilmemişken fındık harmanını nasıl yaptığımızı anlatayım da bir daha çile çekmeyin.
         Yazım işte bu yaşanmıştan çıktı.
         Kendimle baş başa kaldığımda hey gidi günler dedim. Bir ton fındık için toplama dâhil bir ay gece gündüz uğraşırdık. Öyle ithal fındık amelesi de yoktu. Hepsi yerli… Hepsi geçen yıldan behlenmiş.
         Ömr-ü hayatım boyunca fındık toplamayı sevemedim. Güneşin alnında fındığı dallardan tek-tek koparmak kadar illetime giden bir şey olmamıştır.
Ne yani siz fındığı daldan tek-tek elle mi topluyordunuz? Diyen yeni yetmeler var aranızda.
Eskiden motorlu tırpan mı vardı yeğenlerim. Kara tırpanla alınan ot da o kadar olurdu hani… Fındığı taneletip kurda-kuşa yem mi edelim yani. Bir de kara yağmurlarda çamura gark edip çürütmek de vardı işin ucunda.
         Şimdi öyle mi? Motorlu tırpan ne güne duruyor? Üstelik o da yetmiyor… Üstüne bas ısırgan ilacını toprak bakır gibi olsun anasını satayım. Sonra dök fındığı yere, topla el ayak dikene, ısırgana bulaşmadan. Öyle fındığı iki büklüm olmuş gocalmış rahmetli Eceanam da toplardı. Zaten fındık toplama yaşı da epeyi düştü.
Hatta kasten düştü. Çünkü fındığı yerden toplamayı çocuklar daha iyi beceriyorlar. Zaten daldan toplayın desen de toplayamazlar.
Geçen gün çalışanımın  hanımına şu fındığı daldan bir topla da göreyim dedim. Kadıncağız Allah ne verdi ise dala asılmıştı da… Dal neye uğradığını şaşırmıştı.
         Dedim ya… Fındık toplamayı hiç sevemedim.Hep kaytardım.Ama on üç-on dört yaşıma kadar ameleye su taşıdım.
         “Hadi evladım ölmüşlerinin canı için bize Çaygara’dan taze su getir.” Her on beş dakikada bir tekrarlanan bu rica/emire öyle gıcık kapardım ki… Sonunda bir gün bizim ölüler cehennemlik mi… Neden durmadan su içiyorlar?” Demiştim. Demiştim ama soluğu da bahçenin öbür başında almıştım. Üç gün babama kırk adımdan fazla yanaşamadım.
         Sonunda haklı çıktım dersem konumun mayhoşluğuna edep dışı kalır gibi geliyor bana.
         Su işinde resti çekmem para etmedi. Bu sefer de tabanca zoru ile getirttiler. Dedim ki “ulan Yakup bu dünyadakilerle bozuşuyorsun. Hiç olmazsa ölülerle iyi geçinse idin… Öbür tarafa gidince bir bardak suyun hatırı olurdu.
          Sonunda çuvalcılığa terfi ederek ben su taşımaktan, ölüler de rahmet okunmaktan kurtuldu.Bana en münasibi çuvalcılıktı. Bundan hiç öykünmedim. Ömrün kendisi hamallık değil mi? İki çuval taşı… Sonra da çuvalların arasında on beş dakika kestir. Arada bir de Bafra cigarasını ortadan ikiye bölüp tüttürmesi yok mu ya ömre bedeldi hani. Sonra da dal mal-u hülyalara…
          O zamanlar cep telefonları yoktu ki içinde olduğum dünyadan bihaber yaşayayım.
            Arkası yarın yapalım mı? Arkası gelecek hafta…


  Kalemi kırmışlar bir kere...  Temyiz etmenin ne kârı var.  Hükmünü  erteleme kadı...  Ruhuma zulmün ne kârı  var.