20 Mart 2017 Pazartesi

Dünyalık İmamlar…

        Rahmetli anacığım nereden bilecekti kendini kurtarayım derken beni heder edeceğini,
        Rahmetli ikide bir ısrar ederdi;
        “Öbür oğullarımı dünyalık yetiştirdim. Ama seni Yakup Hoca yapacağım. Ölümüze de dirimize de Kuran lazım.”
        Benim mırın-kırın yaptığımı görünce duygu sömürüsüne başlardı,
        “Biz rahmete gidince arkamızdan kim Kuran okuyacak?”
        Bu korkular değil-midir ki insanları prangalara vurup kul, köle ettiren?
        Efendim,
        Her insanın olduğu gibi benim de bazı kutsallarım, olmazsa olmazlarım vardır.
        Mesela,
        Bazı mesleklere saygı ile yanaşırım. Onları erişilmezlere oturtur, kutsar sonra da önünde secde ederim.
         Hâlbuki bilmem lazım değil mi? “Her şey insanla kaim.”                                                                                                                   Biliyorum, bunlar abartılı duygular… Lakin maya böyle çalınmış bir kere… Teneşir paklayacak.
        Dedim ya,
        Anacığım, rahmetli illa imam olmamı isterdi. Bütün ideali, aklı fikri birilerinin eline üç-beş akçe sıkıştırmadan istediği anda, istediği gibi şöyle “aşk ile” Kuran okutmaktı maksadı.
        Ehh söyleyemese bile, biraz da öbür tarafı garantiye almaktı gibi geliyor bana.
        Ama nereden bilecekti,
        Dinimizin olmazsa olmazı ve hatta temel direği olan sosyal dayanışmanın güzel bir örneğini de böylelikle heder edeceğini.
        Değil-midir ki,
        Dinimizin olmazsa olamaz emirlerinden bir tanesinin de “olanın olmayana vermesi gerektiği” desturu.         
        Yani,
        Para anamda, Kuran hocada olduğuna göre herkesin birbirinden nasiplenmesi gerekirdi.
        Her ne kadar rahmetlinin okuma-yazması yoktu ama işini de iyi bilirdi. Beni hoca yapıp daha kaliteli ve bir o kadar da bedavadan dua sahibi olacaktı.
        Benim gibi mısır ekmeğinden başa bir şey görmemiş,”gızma hamama” İstanbul diyarlarına okumaya gittiğinde girmiş birisi için elbette hocalık bir şey ifade etmeyecekti.
        “Aşk” ile okunan bir yasinden sonra süklüm-püklüm beklenen birkaç bozukluk bana hayatı güllük, gülistanlık yapabilir-miydi?
        Her ne kadar konum olmasa… Sohbetime çomak soksam da… Söylemeden edemeyeceğim. Rahmetli babam da benim paşa olmamı isterdi. Ona da hayır demiş olmamın gerçi parayla pulla alakası yoktu. Ona hayır değişimin nedeni ömr-ü billâh emir altında yaşamak istemeyişimdendi. Bütün idealim“fikri hür, vicdanı hür” olmanın tadını çıkarmaktı. Nereden bilecektim paşalığın “entrikacılıktan” nasiplenmek olduğunu.
        Fakat bu fikirlerimin hiçbirisi bana kar etmedi. Atalarımız boşuna dememişler “ulu sözü dinlemeyen ulur” diye.
        Şimdi imam olsaydım devletimin makbulü olurdum bu bir.
        Devletimin makbulü olunca da caminin içinden ziyade açık havada “milleti” imana getirirdim bu iki.
         Kısaca dünyalık olurdum. Hem de ne dünyalık…
       

  

3 Mart 2017 Cuma

İlham Aliyev’e Yazık Oldu…

          
            Malum olduğu üzere,
            İlham Aliyev eşi Mehriban Aliyeva’yı başkan birinci yardımcısı yaptı. Bana göre İlham Aliyev şimdi hapı yuttu.
            Düşünsenize,
            Evde didişme, iş de didişme. Hayat çekilir mi?
            Adama adım attırmazlar. Şimdi işe gidiyorum diye kaçamak da yaptırtmazlar.
            Bence İlham Aliyev bunu korkudan yapmıştır. Ama hanım korkusundan değil.
            Olsa-olsa “Fetö” korkusundandır. Çünkü ya başyardımcısı darbe heveslisi çıkarsa ne olacaktı hali?
            İyi de,
            O zaman bütün üst düzey “kodamanların” yardımcıları da eşleri olmalı değil mi?
            Bunun tarihte örnekleri yok mu?
            Genelkurmay başkanının başyaveri “Fetöcü” çıkmadı mı?
            Biz sıradan erkeklere yazık değil mi?
            Öyle ya,
            Memleketin has ağaları hanım emrine girerlerse, bizim gibi maraba erkekler ne hallere düşer?
            Has ağalara bir şey olmaz,
            Vatan, millet ve dahi vazife aşkına… Ehhh biraz da elde olanları kaybetmeme korkusuna birbirlerinin sıvışmalarına göz yumarlar.
            Ama bizlerin nesi var ki,
            Bir atımlık barut… Onu da attık mı tamam. Hanım eskisi gibi babamın evine gidiyorum da demiyor artık. Mal-mülk tapuda ortak nasıl olsa… Gerisini varın biz erkekler düşünelim.
           Çok şükür,
           Geçen haftadan itibaren güneş yüzünü gösterdi. Sırtımız kızmaya, bitlerimiz kırılmaya başladı. Çalışanımın kızı minik Esra bile bana yaz ne zaman gelecek? Diye sorduğuna göre gerisini varın siz düşünün. Bu yıl daha Mart gelmeden kazma-kürek yakma durumuna gelmiştik.
           Rahmetli Anacığım derdi ki,
           “Sayılı günler tez geçer.”Soğuk günler geçti gibi geliyor bana. Keşke memleket ahvalleri de sayılı günlerden olsa.
           Sabır güzel şey, insanı olgunlaştırıyor. Ama sabredelim derken ya çürümeye durursak?
           İşte o fena,
           Ceset ne ki?
           Ruhların tarumarı çok daha fena…
           Rahmeti babamın sözü hatırıma geldi şimdi,
           Fındık bahçesinde ona eşlik ederken… Gayet gürbüz, almış başını giden, genç azması azgın bir fidan gördüğünde beline girebiyi vurup alaşağı etmeye çalışırdı.
           Hayretle neden diye sorduğumda… “Evlat bunun cinsi piçelmiş.” Derdi.

           Allah ruhları piçelmişlerden etmesin… Hele-hele de ellerine hiç düşürmesin.

  Kalemi kırmışlar bir kere...  Temyiz etmenin ne kârı var.  Hükmünü  erteleme kadı...  Ruhuma zulmün ne kârı  var.