Birkaç gün
önce Azerbaycan Yeni Musavat gazetesinde okudum. Temmuz 1994’den Mayıs 2020’ye
kadar bakanlık yapan Abulfaz Garayev’in servetini sorguluyor. Son olarak Kültür
Bakanlığından alınan Garayev’in yardımcılarının (beş milyon manat) yolsuzluk
yaptıkları için tutuklandıklarını yazıyor. Ama Garayev’e görevden alınmak
dışında dokunulmadığını da ilave ediyor…. Ve soruyor? Garayev’in bunda hiç mi
katkısı yok? Devam ediyor… Garayev İngiltere’de şaşaalı yaşayacak kadar serveti
nereden buldu? Örnek gösterdiği bir başka kurumda yolsuzluk gerekçesi ile
sadece başkan tutuklanıyor. Bu ne biçim iştir diye soruyor gazete. Geçtiğimiz
aylarda Azerbaycan petrol şirketi SOKAR ’da buna benzer yolsuzluk nedeniyle üst
düzey tutuklamaları olmuştu. Tutuklanan kişilerin çeşitli nedenlerle Rusya ile
bağlantıları var.
Belli ki
yargının “tuhaflığı” sadece bizim ülkemize has değil. Her nedense
yukarıdakilerin bu işlerden hiçbir haberleri yok. Yine, tıpkı ülkemizde olduğu
gibi…
Özetle;
1991’de kurulan devletin sistemi ve rejimi değişse bile kadrolar Sovyet’ten
miras kalan kadrolar. Otoriter bir rejimde- ki yapı itibarıyla başka türlü
olması mümkün değil- ekonominin yapılanması/ nemalanması da ona göre oluyor.
Şimdi
neden sistem kendini temizliyor? Biz buna bağırsakların temizlenmesi
diyoruz.
Belli
ki… Azerbaycan Karabağ savaşına kadar-her ne kadar bağımsızlığını kazansa bile-
Rusya ile (bir şekilde) yapısal ilişkilerini sürdürmüş. Karabağ savaşından
sonra Rus tehlikesinin giderildiğine inanan Azerbaycanlılar içeride temizliğe
girişmişler. Ermenistan’da da (Azerbaycan kadar olmasa bile) buna benzer
olaylar cereyan ediyor.
Netice;
Devletler,
ancak (ekonomik ve siyasi) güçleri ölçüsünde daha bağımsız davranabiliyorlar.
Biz avam takımı bu tür operasyonları bazen yargı bazen de ideolojik kavramlar
üzerinden yorumlar yapıp kararlar veriyoruz.
Peki,
bu şekilde devletler varlıklarını sürdürebilirler mi? Özünde halk, devletin
kimler ve hangi ideoloji ile yönetildiğiyle pek ilgilenmez. Onun için önemli
olan (kültürel, ekonomik ve güvenlik alanında) adil yönetilmektir.
Yarınlarından emin olarak hayatını sürdürebilmesidir. Hak ettiğini alabilmenin
huzurudur. Ayrıca dünya standartlarında gelişmenin sağlanmasıdır.
Bunlar
bütün dünya halklarının arzuladığı şeylerdir. Devletler bunları
sağlayabildikleri ölçüde güçlerini korurlar, geleceğe emin adımlarla yürürler. Bunların
sağlanmasının kesin reçetesi yoktur. Her devletten devlete değişir.
Otoriter
rejimlerin zaman içerisindeki tavır değişiklikleri, iç operasyonları/çatışmaları,
yarattıkları iç/dış düşmanlar aslında yönetimlerini daha pekiştirmek için
ortaya attıkları kanıtlardır. Amaçları hâkimiyetlerini sürdürmektir. Kısaca
yaptıkları tüm operasyonlar otorite ve hâkimiyetlerinin sürmesi üzerinedir.
Sadece renk ve yöntem değişmiştir.
Bütün
bu yazdıklarımın Türkiye ile ne alakası var?
Yaşımız
itibarı ile yaklaşık iki yüzyıldır ülkemizde, ülke tarihini etkileyen olaylar
yaşandığını biliyoruz ve bizzat yaşadık da… Elbette mükemmele varmak kolay
değildir. Badireler atlatmak hayatın gerçeğidir. Önemli olanın yaşanılanlardan
dersler çıkararak bugünün dünden daha iyi olmasını sağlamaktır. Şimdi sorumuz
şu; Dersler çıkarıyor-muyuz? Yoksa aynı amacın başka yöntemlerine mi muhatap
oluyoruz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder