16 Temmuz 2023 Pazar

RUHANGİZ HANIM BU YIL AD GÜNÜMÜZ HÜZÜNLÜ GEÇTİ!

   Onunla ilk kez 2008 yılında telefonda tanıştım. Bir Azeri tv kanalında ses yarışmasında jüri üyesiydi. Biz de ailece her hafta merakla izlerdik.

Ağırbaşlı bir programın ağırbaşlı üyesiydi. Şakaları bile ciddi idi. Mektup yazdım. Kendimi tanıttım. Aradan bir ay kadar geçtikten sonra bir akşamüzeri ev telefonum çaldı. Böylece uzun soluklu dostluğumuz başlamış oldu.

   Azerbaycan televizyon kanallarında sanat ve magazin programlarında sık görünürdü. Genelde programdan önce bana mail gönderir haber verirdi. Ben de programdan sonra tebrik eder ve eğer varsa ufak eleştirilerde bulunurdum. Bu onu memnun ederdi.

Programın birinde “men 12 iyulda anadan doğmuşum” dedi. Telefon ettim, “Ruhangiz Hanım men de 12 İyul’da doğmuşum.” Deyince “neçe saatte doğdun?” Diye sordu. Seher dört buçuk saatlerinde deyince “men senden küçüğüm. Men saat on barelerinde doğmuşum” diye latife yaptı.

Latife yapmayı severdi. İnce nükteleri vardı.

Genelde ayda bir iki kere telefonlaşırdık. Dini bayramlarımızda arar, kutlardı. Ülke içindeki önemli olaylardan sonra geçmiş olsun telefonu ederdi. Galibiyetimizle sonuçlanan önemli bir milli maçımızdan hemen sonra gecenin bir vaktinde eşi ile beraber araması beni ziyadesi ile beni memnun etmişti.

Onunla iki kez karşılaştık. Birincisi sanat jübilesine davet etmişti. O gece ile alakalı sahnede konuşma fırsatı verdi. Salonun dolu olması beni hem şaşırtmış ve hem de gururlandırmıştı. Devlet televizyonu naklen yayın yapmıştı. İkinci görüşmemiz ise bir arkadaşımın cenazesine gittiğimde kendisini ziyaret etmiştim.

Bir 12 Temmuz sabahı telefon etti. Sabah saat dokuz suları idi. “Hayırdır Ruhangiz Hanım vaziyet pis değildir inşallah” dedim. Gülerek, “ad günümüz mübarek, Allah can sağlığı, uzun ömür versin.” Dedi.

Ama benim aramam lazımdı, siz benim büyüğümsünüz dediğim de kim demiş? Men senden beş saat daha küçüğüm dedi.

 O yıldan sonra her 12 Temmuz sabahı beni arar beraberce yaş günümüzü kutlardık.

Yine bir sabah telefon etti. 12 Temmuz falan değil ama hayırdır dedim. “Sen dünyaya kaç kere geldin? Diye sordu. O gün 23 Kasım’dı. Face’de yaş günümü kutlayanları görmüş. Rahmetli babam beni nüfusa o tarihte yazdırmıştı. Eskiden olurdu böyle şeyler. Şakalaştık.

9 Ekim 2022,

O gün acı haberini aldığımda duyduğum hüznü tarif etmem mümkün değil.

Eşinin vefatından sonra eski neşesi kalmamıştı. Hayat dolu bir yaşamdan durgun, hüzünlü bir yaşama geçmişti.

Ben çoğunlukla yaş günlerimi hatırlamam. Bana mutlaka birileri hatırlatır. Bu yıla kadar Ruhangiz Hanım bu işi üstlenmişti.

Bu yıl öksüz kaldım. Daha doğrusu 12 Temmuz günümüz öksüz kaldı.

Sabah telefonum çalmadı. Ben de ad günümü hatırlamadım.

Öğleden sonra eşim aradı. Mumu pastaya mı dikeyim yoksa pilava mı? Ben de şaşırdım. Yaş günüm olduğunu hatırlamamıştım.

Ya… Ruhangiz Hanım yaşasa idi sana sabahın seher vaktinde hatırlatırdı. Dedi.

Hanım mumu pastaya dik, ama bir mum fazla olsun. Ruhangiz Hanımı unutmayalım. İkimizde hüzünlendik.

“Ad günümüz mübareq Ruhangiz Hanım… Ad günümüz mübareq.

 

7 Temmuz 2023 Cuma

ÜNYE ve İL OLMAK!

 

 Otuz, kırk yılda bir tekrarlanır bu heves. Siyasetçinin biri il olmakla alakalı bir şeyler atar ortaya…

 Hurra bütün millet günlerce bunu konuşur. Olunacaksa biz olmalıyız kabilinden yetkiyi ve etkiyi kimseciklere bırakmazlar. Kimisi aşkla sarılır bu işe, kimisi ise menfaat tezgâhı kurar.

 Hakkıdırlar da… Memlekette konuşma özgürlüğünün yanında, talep etmek de haktır.

Yazımın başlığını “Ünye İl olmak ister mi?” koyayım dedim bir ara.

Sonra dedim ki kim kendisine ikramiye çıkmasını istemez ki! Tabii haram-helal durumunda olanlar hariç.

Haram-helal konusunu açıp bu konuda da Allah’ı işin içine katacak halimiz yok.

Ancak,

Sorsak-sorsak “Ünye İl olmayı hak ediyor mu?” Sorusunu sorabiliriz. “Önemli olan Nas’dır.” Diye gaipten bir ses duyarsak şaşırmam.

Yazımın başlığı bu soru olsa ne olurdu? Cümle alem beni kınar, insan içine çıkamazdım. Bu da işime gelmezdi. Evde hanımla papaz olmamın bir âlemi de yok.

Hiç kimse kendisini padişahın kızından aşağı görmez. Böyle bir iddiayı aklımın ucundan dahi geçirmem demek aklımı peynir ekmekle yemek demektir.

Lakin…

Kıyısından, köşesinden avanak yerine konulup desteksiz atmaları dinlemek zorunda kalınca, insanın zoruna gitmiyor da değil hani… At martini Debreli Hasan dağlar inlesin. Diyesi geliyor bazen insanın.

Bir şehir il neden yapılır? Ya da il olmanın şartları nelerdir? Önce bu sorudan başlayalım isterseniz.

Vaktiyle,

ANAP zamanında Özal beldeleri ilçe olmak konusunda yarıştırmıştı. Özelde yani Ünye özelinde Milletvekili Şükrü Yürür Tekkiraz, Çaybaşı ve İkizce-ye seçim meydanlarında “verin oyları alın ilçeliği” dedi.

Nitekim Çaybaşı ve İkizce oyların çoğunu ANAP’a verdi. İlçeliği kaptı. Tekkiraz ise “vermem de almam da” dedi. Bu konuda yayan kaldı. Malum şimdi mahalleden öte bir yer değil.

Oylarını neden vermediler? Elbette cevabını çok net olarak biz Ünyeliler ve dolayısıyla Tekkirazlılar biliyorlar. Ben işin felsefesinde olduğum için siyasete girmeyeceğim.

Çaybaşı asıllı olduğumdan gayet iyi biliyorum. O zamanlar Çaybaşı belediye başkanlığı Sol partinin elinde idi. Belediye başkanı ilçe olmak uğruna ANAP’a herkesten fazla çalıştı. Aklın yolu bir dedi. İkizce de muhtemelen öyle yaptı.

Çaybaşılılar neden böyle davrandılar? Bu al gülüm ver gülüm işi basit bir alışveriş gibi görünse de… Aslında Çaybaşı’nın sosyal yapısından kaynaklanmakta idi…

Bu arada,

Eğer hak merkezli bir tercih olması gerekseydi öncelikle Tekkirazın hakkı idi. Çünkü Çaybaşı’nın mazisi taş çatlasın 40’lı yıllara dayanır. Ama Tekkiraz öyle mi?

Şimdi meraktan çatlıyorsunuzdur. Öyleyse Tekkiraz neden ilçe yapılmadı? Azacık kıyısından dokundurayım. “Tekkiraz iki paralık nefise meze yapıldı.” Ne demek istediğimi arif olan anlar deyip geçelim. Ama şunu söylemeden de edemeyeceğim “mezelik hali vardı.”

Konuyu geçelim geçmesine de bundan bir netice çıkaralım. “Bir yerleşke şehir ve çekim alanı olacaksa her yönüyle gelişmiş olmalı.” Kaldı ki, hele il olacaksa bunun katmerlisi olmalı.

Her yön nedir? Bunu uzun-uzun anlatacak değilim. Zamanında Sancak olmuş olmamızın il olmak konusunda hiçbir kıymeti har-biyesi yok. Sancak olmamız bize ne kazandırmıştı sorusunu sormak ve günümüze kalan tortuları nelerdir diye bakmak gerekir?

Bize neler bıraktı?

Mesela öteden beri eğitime olan alaka… Sosyal hayattaki çeşitlilik… Ticarette, sosyal faaliyette, insani ilişkilerde hep çekim alanıydık. Bunlar vaktiyle Ünye’nin canlı ve yaşanılabilir bir şehir olduğunu gösterir. Belki de… Öyle olduğu için Sancak yapılmıştı. Kim bilir?

Buna canlı örneklemelerde yapabilirim. Ama bunları zaten herkes görüyor. Tekrarlamanın gereği yok.

 Daha (galiba) 1933 yılında Ünye’yi anlatmak için yayınlanan bir kitabın arka kapağındaki reklâmda (bağışlasın yazarın adını unuttum) dükkânın kapısında poz vermiş bir berber- ki fotoğraf Hükümet caddesinde Yapı Kredinin karşısını gösteriyor- “bayanlara itina ile manikür ve pedikür yapılır” yazıyordu. Gerisini varın siz düşünün.

Geçen günlerde Face’de paylaştığım duvar yazısına “mahallemin delikanlısı” cevap vermiş.

Ben de buradan cevabına cevap yetiştirip noktamı koyayım.

Demiştim ki “tarihi belediye sineması ile kültür merkezini yıkıp AVM yapan zihniyetin il olmaya hakkı yoktur.”

Cevap vermiş “Bir kişinin hatasını topluma yükleyemezsin”

Buradan muhtereme sorum şu “biz toplum-muyuz topluluk mu? Şehir miyiz yoksa kasaba mı?

Hadi kıyamadım kopya vereyim; Şehirler kültürleri ve yaşam anlayışları ile kendi kendilerini yönetirler. Çobanların hükmü sınırlıdır. Hele dışarıdan “hemşeri” kurtarıcılar hiç aramazlar. Bir şehir ne kadar her yönü ile canlı ise o şehir çekim alanıdır. İl ise bunun siyasi getirisidir.

İl olmanın şatları nelerdir? Demiştik değil mi? Ha sahi il olmanın şartları nelerdir?

Kaymakamın gidip valinin gelmesi-midir?         

 

 

  Kalemi kırmışlar bir kere...  Temyiz etmenin ne kârı var.  Hükmünü  erteleme kadı...  Ruhuma zulmün ne kârı  var.