Şehircilik dersi hocamız rahmetli (İTÜ şehircilik kürsüsü başk.) prof. Kemal Ahmet Aru “Şehir yaşayan bir organizmadır” derdi. Bir
keresinde de “şehirler yüz yılda kurulur, yüz yılda yıkılır” demişti.
Özellikle kadim
şehirlerin birtakım değerleri, kutsalları vardır. Nedeni bilinmez ama
kutsanmıştır, el sürülmez, tartışılmaz, değiştirilmesine, başka amaçlar için
kullanılmasına kolay izin verilmez.
Ünye’de kadim
bir şehirdir. Tarihi milattan önceye kadar dayanır. Onun da kutsalları vardır.
Mesela Feneraltı, Fokfok. Kadılaryokuşu... Yunus Emre Parkı ve “Şeyh Yunus” ile
günümüzün konusu Yalıkahvesi gibi…
1986 yılında
belediye meclisine Ordu Valiliğinin bir yazısı geldi. Feneraltın'a Valilik
dinlenme tesisi yapılması için imar tadilatı yapılması isteniyordu.
Kaymakam bile
meclisi baskı altına almak için toplantıya meclis üyelerinden önce gelmişti.
Konuya
geçildi, önerge okundu. Mecliste çıt yok. Karşımızda kaymakam bey var. Uzunca
bir sessizlikten sonra, rahmetli meclis üyesi (SODEP’li idi ve yanımda oturuyordu)
Sabri Yazıcı “her yeri işgal ettiler, etmedik bir orası kalmıştı” diye kendi
kendine söylendi.
Onun bu
serzenişi beni cesaretlendirdi, söz aldım. “Burası Ünye gençliği için
kutsaldır. Her Ünyeli genç Fener altında yüzmeden, Fokfok’a dalmadan kendini
Ünyeli saymaz.” …Ve bu mealde birkaç cümle daha sarf ettim. Bunu fırsat bilen
Başkan Cerrahoğlu oylamaya geçti. Firesiz önerge ret edildi. Kaymakam hırsla
yerinden kalktı ve ( onlar kimse?) “bu dördünün adını bana bildirin dedi” ve
gitti.
Nitekim meclis
üyeliğimizin son aylarında bir önerge verdiler. Çamlıktaki Radar lokalinin
denize kadar olan kısmının askeri bölge ilan edilmesi ile ilgili idi. Gerekçeleri
lokalin emniyetinin sağlanması idi. Niyet ayan beyan ortadaydı, “lokal ile
denizin bağlantısını sağlamak.” Onu da ret ettik. Dedik ki “bizim askerimiz
lokalinin emniyetini bu şekilde de sağlar.”
Konumuz ile
alakası yok ama hoş bir anım olduğu için anlatmadan geçmeyeyim.
Yıllar sonra
gözlük dükkânı olan rahmetli Astsubay emeklisi Ahmet Alıcı ile sohbetimizde “sen
Komünist değil-misin?” Diye hayretle
sorduğunda “hayırdır, o da nereden çıktı?” Demiştim. Meğer Başkan Cerrahoğlu “mecliste
bir Komünist var, milleti o galeyana getirdi” demiş.
Neyse,
konumuza dönelim;
Burada konu,
şehrin değerlerinin ne olduğunu şehir yaşayanları olarak idrak edilip, korumaktır.
Mevzuu lokal olarak
şu-bu bölge veya mevkii değildir. Anlamlarının nereden geldiği, ne olduğu da
değildir. Bu el kadar bir ürün de olabilir, bir sakak da, bir ağaç da… Önemli olan
(sebebi her ne olursa olsun) o şehrin kutsalı bilinmesidir.
Kutsalların
şehir yaşayanlarını ortak bir paydada birleştirmek gibi önemli bir işlevinin
olduğunu da unutmayalım. Bunlar aynı zamanda şehirlerin hafızalarıdır.
Şehirlerin
hafızalarını koruyup, kollayacak olan öncelikle şehir yaşayanları, sonrasında (
mülki idareciler, belediyeler gibi) kamusal görev yapanlardır.
Yani burada en
önemli unsurun şehrin hafızasının olmasıdır. Şehrin hafızası bir yere not
edilmez, yönetmeliklere de geçmez. Şehrin hafızası on yıllarca yaşayarak şehir
yaşayanlarının genetiğine işlenir, not edilir.
Ama gelin
görün ki; Ülkemizin sosyal ve siyasal yapısı buna pek elvermedi/ vermiyor.
1983 yılı idi
galiba… O zaman iş başında askeri yönetim var. Belediye başkanlığına zamanın
kaymakamı bakıyor. Cumhuriyet Meydanına şimdiki Atatürk heykeli konulacak.
Nereye konulacağı ile ilgili bir karar verilemiyor, her kafadan bir ses
çıkıyordu. Bir ara “Çınar ağacını keselim yerine heykeli dikelim” diye bir
şaibe dolaşmaya başladı. Bunu sözde Askerlik Şubesi Başkanı teklif etmiş. Bunu
değil düşünmek, rüyada bile görmek kâbus derecesinde idi. Belli ki münafığın
birinin amacı bunu bir yerlerde dillendirip ortalığı karıştırmak. (Devam
edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder