Bu Blogda Ara

15 Ekim 2025 Çarşamba

KENDİNİ HESABA ÇEKMEK…

 



“Tecrübe, yaşadıklarından ders almak sanatıdır” der büyüklerimiz.

Hz. Allah “ ben saftım, bilemezdim” mazeretlerine ön vermez. Dersek büyük laf mı etmiş oluruz?

Nitekim Yusuf/7. Ayet “Yemin olsun ki, Yusuf ve kardeşlerinin yaşadıklarında, gerçeği arayanlar ve sorup öğrenmek isteyenler için nice dersler ve ibretler vardır.”  Yukarıdaki haddi aşma ihtimali olan cümlemi bu ayetten cesaret alarak yazdım.

Mustafa Kemal yaşadıklarından sonra Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” Diyor. Bu büyük sözden sonra, izinden gittiklerini iddia edenlerin sığ sularda debelenmelerini görünce insanın içi sızlıyor.

Albert Einstein Yaşadığınız başarısızlıklarda ne yaparsınız, nasıl davranırsınız?” He sahi… Oturup, salya-sümük ağlar-mıyız? Yoksa eli kulağa verip düşünür-müyüz? Neden bu yanlışı yaptım diye…

Uzak-yakın yaşanılanlardan dersler çıkarmak gelişmenin olduğu kadar hayatın gerçeği de. Bunlar kolay işler değil. Kolay olsaydı dünya mükemmel olurdu zaten. Olmadığı içindir ki-ayrıca nefsi de hesaba katmak gerekir- dünyamız yanlışlarla doğruların çatışması üzerine kurulu.

Yaşanılanlardan dersler çıkarmak… Gelişme (eskilerin deyimi ile tekâmül) bu yöntemle sağlanmıyor mu? Düşünmek ve yeni şeyler keşfetmek! Bu aynı zamanda aklı esir etmemek, cendereye sokmamak da değil mi?

“Ders alınmazsa her hata bir sonraki hatanın virüsü olur” diyor Fars âlim ve şairi Sadi Şirazi. Virüslere karşı ilaçların çare olmadığını düşünenler keşfetmiş notunu düşüp devam edelim. Bunun için aşı gerekli ama henüz bulunmadı. Nefis virüsünü yok etmek mümkün olabilir mi? Yaratılışımızın özünde var galiba… Yine de biz kim bilir? İnşallah diyelim iyi niyetimizle…

Burada arif halkımızın “inadım inat, adım Kel Murat” deyimini atlamamak gerekir. Dediğinden şaşmamak, “bildiğini okumak” yani… Bunu arif halkımız anlamış da… Aklını esir eden “bilgiç geçinenler” anlamamış gibi geliyor bana. Ne yazık ki dünyayı da onlar idare ediyor.

“Yanlış yapmaktan korkma, düzeltememekten kork.” Bu da benim veciz sözüm olsun. Belki tarihte yerini alır. Gerçi bunu Ulu Büyük Dedemden çaldım ya… Görmezden geliverin.

Bilim bile bu sayede ilerliyor. İlk tekerleğin bulunmasını bir düşünün; rahmetliler ne kadar çok kafa patlatıp, ağaç harcamışlardır bunun için. Yüzyıllar sonra geldiğimiz noktayı hatırlatmama gerek var mı? Saatte bilmem kaç yüz km. giden elektrikli arabalar… Kafasını et yığını olmaktan çıkaranların eseri değil mi?

Fikir dünyamıza bir bakalım,

Aristo’dan- Platon’dan beri neler değişmedi/gelişmedi. Müslüman İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Farabi bile “bunlar putperest” dememişler onlardan feyiz almışlar, yeni düşünceler geliştirmişler.

Demek ki,

Bilgi, tecrübe evrensel olduğu kadar tarihe de şamildir. Zira tarih üzerine koyarak ilerliyor.

Ne var ki,

Galiba “nefis denen muhannet” şekil değiştirse bile özü itibarıyla aynı kalıyor. Yani tecrübeden dersler çıkarmanın, gelişmenin düşmanı nefistir diyebilir-miyiz?

Acaba nefis denen meret, beynimizin hangi lobundan türemiş? Hep merak eder dururum. Orasını köreltmenin çaresi yok mu?

Yüzyıllar geçse de, kutsanan liderlerin, ideolojilerin kuyruğuna yapışmanın; “düşünmeden yaşamanın kolaycılığı, hayata tasasız tutunmanın tembelliği, elde olanın muhafazası… Ve en önemlisi, kendi var olma nedenini idrak edememenin yahut yaradılışın nasip ettiği mükemmelliği sömürmenin ve dar kalıplara hapsetmenin bir başka yolu gibi geliyor bana.”

Netice olarak,

Her nedense, nefsin girdabındaki insanoğluna “kutsanmış rehber liderler, ideolojiler yaratmak” haz veriyor. Bu da ayrı bir muamma. Bir arkadaşımın ağzında pelesenk olduğu gibi, “ne yapalım bu da dünyanın gerçeği, yapacak bir şey yok!”

 

Hiç yorum yok:

KENDİNİ HESABA ÇEKMEK…

  “Tecrübe, yaşadıklarından ders almak sanatıdır” der büyüklerimiz. Hz. Allah “ ben saftım, bilemezdim” mazeretlerine ön vermez. Dersek büyü...