Geçmişinden
miras aldığı ( her ne kadar Cumhuriyetle beraber sekteye uğrasa bile) liman
şehri özelliği, yetiştirdiği kadıları, kaptanları, çeşitli okulları ile
dışarıya her zaman açık olan Ünye, artık eski özelliğinden çok şey yitirdi.
Yazları bütün
civar şehirler gece dokuzdan sonra uykuya yatsa bile, Ünye gece birlere kadar
sahilin tadını çıkaran insanları ile neredeyse yirmi dört saat yaşayan bir
şehirdi.
Yine yazları
Yunus Emre parkında gençlerin orkestralarıyla günün revaçta müziği ile şehir
yaşayanlarını eğlendiren, müzik ziyafeti çektiren… 1950’lerde halkın ihtiyacı
için Çamlığın ihdasını düşünecek kadar sosyal yaşama önem veren… Çevre il ve
ilçelerden bile rağbet gören eğlence mekânları… Her zaman tıklım, tıklım olan
yazlık ve kışlık sinemaları ile sosyal yaşamın ihtiyaçlarını karşılayan tam bir
medeniyet şehri idi.
Sosyal faaliyet
olarak müzik ve futbol takımlarıyla çevre şehirlerin ön sıralarındaydı.
Dışarıdan gelen profesyonel tiyatro kumpanyalarını ve müzik sanatçılarını
saymıyorum bile. Bunları icra edecek sanat yapıları günün şartlarına göre
mükemmeldi.
Şehir kültürü
kolay oluşmuyor. Oluşabilmesi için on yıllar, hatta yüzyıllar gerekli. Rahmetli
şehircilik hocam Prof. Kemal Ahmet Aru “şehirler
yüz yılda kurulur, yüz yılda yıkılır” derdi. Elbette Ünye bu özelliğini
hemen kazanmadı. Yüzyıllar sürdü. Ama rahmetli hocam Ünye’nin son halini görse
bu tezini bir daha düşünür-müydü?
Öyle ya…
Yüzyılların alışkanlıkları, özellikleri nasıl oldu da bir çırpıda yıkılıverdi?
Dışa açık,
medeni, sanatsever, sosyal yaşamın her türlüsünü tadan bu şehir nasıl oldu da
içine kapanıverdi. Nerede hata yaptık?
Doğu blokunun
etkisi ve Samsun limanı ile ihracat özelliğini kaybetmesi, zenginlerin
büyükşehirlere göç etmesi, gelenlerin ve yeni zenginlerin şehir kültürünü henüz
özümseyememesi, (zannedildiğinin aksine) ekonominin zayıflaması, fındık ve
memur maaşlarına bağımlı kalması, ( doğma, büyüme ) genç neslin iş bulmak
umuduyla Ünye’yi terk etmesinin etkileri olabilir-miydi?
Bir de… Eski
siyasal sistemin yavaş-yavaş ortan kalkması ve yeni gelenlerin daha henüz- bırakalım
şehre intibak sağlamayı ( doğal olarak) şehir yaşamının ne anlama geldiğini
öğrenecek zamana erişemediklerinden-miydi?
Bunlar
tarihin ve hayatın akışında son derece normal şeyler. Zaman içerisinde
devletler gibi şehirlerinde iniş, çıkışları olabilir. Hatta yeni gelenler
(belediye sineması gibi) bir kültür eserini yıkıp yerine AVM yapacak kadar
aymaz da olabilirler. Moğollar Bağdat Kütüphanelerini yakmadılar mı? Ama bunun
yanında Fatih gibi bir dehanın İstanbul’u tüm eserleri ile nasıl korumaya
çalıştığını da biliyoruz.
Burada şu
aklımıza geliyor. Moğollar kalıcı olmadıklarının idrakinde olup akılları talana
mı ermişti. Ya da Fatih geleceği mi düşünmüştü. Elbette öyleydi.
Özelde Ünye’ye
gelenler, ya da şimdi idare edenler geleceklerini nasıl kurguluyorlar? Daha
açık bir ifade ile nasıl bir şehirde yaşamak istiyorlar? Yoksa böyle bir
hayalleri yok mu?
Sizi
yormayayım öbür yazımızda devam edelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder