Dünya durmuyor.
Daima ileri gidiyor, geri dönüşü yok. Tarihin çeşitli evrelerinde dönüm
noktaları vardır. Teknolojik gelişmeler, yeni dinlerin ortaya çıkması ve
bunlara bağlı olarak toplumsal dönüşümler devremler gibi dünyayı yerinden
sarsar.
Bu
sarsıntıların sonucunda toplumlar yerinden edilir, devletler yıkılır, yeni
sistemler ve ideolojiler dünyaya hâkim olur.
Bu değişimler
öyle on yıllarla gerçekleşmez. Şiddetine göre yüzyıllar da sürebilir. Hristiyanlık,
İslamiyet, Amerika’nın keşfi, ateşli silahların gelişmesi, Rönesans ve son
olarak 1700’lü yıllardan itibaren sanayinin gelişmesi dünyayı sarsan
depremlerdir bunlar.
1800’lü
yılların ikinci yarısından itibaren ümmet, tebaa bilincinin yerini
ideolojilerin alması ile birlikte dünyada yeni bir anlayış hâkim oldu. Her
milletin kendi kaderini tayin etme hakkı.
Ne var ki,
Emperyalist
devletler şu veya bu ideoloji - ki daha “demokratik devletler” uluslara
özgürlük, sosyalist Rusya “halklara özgürlük”- adı altında gelişmemiş ülkeleri
ve halkları egemenlikleri altına aldılar.
Nitekim
Birinci Dünya Savaşı imparatorlukların yıkılması, İkinci Dünya Savaşı ise daha
henüz kimliklerini oluşturamamış devletlerin sömürgeleştirilmesi operasyonudur.
Batı (sahip
olduğu teknoloji ve buna bağlı olarak geliştirdiği kültürü ile) Sovyetler
Birliğinin otoriter, hantal, (ideolojisine uygun olarak) sınıfların yani sosyal
yapının bozulması ile bu hegemonyasını sürdüremeyince, bildiğimiz gibi 1991’de
tasfiye edildi.
Sonuçta
devlet olmasına rağmen (batıda) sosyal sınıfını kaybetmiş, kültürel yapısı
bozulmuş devletler başıboş kaldı. Doğuda ise yine kâğıt üzerinde devlet
olmalarına rağmen, ekonomik güçleri zayıf, siyasi birliğini kuramamış, sosyal
sınıfları olmayan devletler de başıboş kaldılar.
Ayrıca bir
şey daha var,
Bu ülkeler
sosyalist yaşam felsefeleri ve geri teknolojileri ile batının ileri teknolojisi
ve kültürel yapısıyla karşılaştıklarında sudan çıkmış balığa döndüler.
Batıdaki
Avrupa devletleri Avrupa Birliğinin koltuğuna sığınarak bu geçiş dönemini
kazasız atlatma imkânına kavuştular. Fakat Doğunun (büyük çoğunluğu Türk
devletleri) bu imkândan yoksundular. Bu güne kadar çeşitli dengeleri korumaya
çalışarak ayakta kaldılar.
Öte yandan,
Dünya
durmuyor, gelişiyor. Yüz, iki yüzyılda ancak gerçekleşen (kültürel ve teknolojik)
gelişmeler artık yıllık hatta aylık gelişiyor. Buna bağlı olarak toplumların
talepleri de değişiyor. Dünkü değerler çöpe atılıp yeni değerler üretiliyor.
Rusya,
Sovyetler
Birliğinin yıkılması ile ortaya çıkan Rusya Federasyonu yönetim ve sanayi
anlamında hantal, sosyal sınıfları tasfiye edilmiş, ekonomi devlet ve
işbirlikçi oligarkların elinde, güçlü orduya sahip, muazzam yeraltı ve yerüstü
kaynakları olan, devasa yüzölçümlü bir ülke. Dünyaya sunabileceği bir
medeniyeti de yok.
Kısaca gücü
ordudan ve ekonomik kaynaklardan kaynaklanan devasa bir ülke. Ama iki handikabı
var. Birincisi açık denizlere açılacak, dünya ile doğrudan bağlantı kurabilecek
bir kapısı yok. İkincisi ve en önemlisi sayısız otonom cumhuriyetleri var.
Kendi milli ordusunun sayısı bunları kontrol altına almaya yetmiyor.
Küçük otonom
devletçiklerin Rusya gibi devasa bir devlete karşı ne yapabilirler?
Denilebilir. Tarihte örnekleri görüldüğü üzere bir yerlerden sökün almaya
görsün!
Kısaca, Rusya
birlikteliğini ordusuna, otoriter yönetimine ve tarihten gelen “Rus korkusu”
sayesinde sağlıyor.
İki yüzyıl
hükmetmenin sonucunda sağlanan Rusya sempatizanlığı yeni nesillerle yavaş,
yavaş kayboluyor. Sempatizanlık batıya kayıyor. Artık nesiller otoriter yönetim
istemiyor. Rusya’nın yeni nesillere sunacağı ne medeniyeti ne teknolojisi ne de
zenginliği var. Rusya’nın bu yönetim biçimi, kültürü ve (teknoloji dâhil) ekonomisi
hükmettiği halklara artık yeni bir şey veremiyor. Kısaca, devasa toprakların ve
kaynakların Jandarmalığını yapıyor. Sömürüyor.
Rusya bunu
biliyor. Ben bunu 1900’lü yılların başındaki Osmanlının durumuna benzetiyorum.
Osmanlının da devasa toprakları elden çıkarmamak için çeşitli siyasal ve askeri
çabaları oldu. Dünya artık yeni bir evreye girmişti ve geri dönüşü yoktu.
Rusya’nın da geri
dönüşü yok. Devasa büyüklükteki bir coğrafyayı otoriter rejimle elde tutmak
zor. Toplumsal ve siyasal revizyonlar güç ve kolay değil. On yıllar alır. Zaten
dünya da sabretmez.
Kısaca,
Rusya’nın yıkılması
mukadderatıdır. Bu on yıllar belki de yüzyıl alabilir. Mesele yıkıldıktan sonra
Ruslara ne kalacağı, geri kalan toprakların ne olacağı ve kimler tarafından
kontrol edileceğidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder