Aslında tarih
sürprizlerle dolu değildir. Dünya döndükçe ve “dünya zamanı” ilerledikçe yeni
evrelere geçiyor. Evreler tasarlanmaz ve öngörülemez gibi gözükse de… Bu
sıradan insanlar ve devletler için geçerlidir.
Dünya
yaşamında başroldeki insanlar ve devletler için ileriyi öngörebilir olmak
bilgi, zekâ ve gücü ile doğru orantılıdır.
Bir de,
Zannedilenin
aksine her güçlü insan ve devletler zeki değildir. Ya da geleceğin onları
nerelere götürdüğünün farkında olsalar bile, ellerindeki güç ve ortam onların
kaderleridir. Gidişi değiştirmek ya da yönlendirmek ellerinde değildir.
Osmanlının
tasfiyesi yıkılışından yüz-yüz elli yıl öncesinden belli idi. Dünya yeni bir
evreye girmişti ve Osmanlı için kader ağlarını örüyordu. Osmanlı hantaldı,
kuruluş felsefesi, yönetimi ve dayandığı ( ekonomik ve askeri güç) çağdışı
kalmıştı. Mukadderat kaçınılmazdı. Çarlık Rusya’sı gibi ne coğrafyası ne de
sosyal yapılanması ideolojik evrime müsait değildi. Mesela sanayi yoktu ki işçi
sınıfı olsun, toprak aristokrasisi yoktu ki köylü kalkışması olsun. Güçlü bir “milli
benlik” vardı. O da Anadolu’yu kurtarmaya ancak yetti.
Çarlık Rusya (başka
bir boyutta) Komünizm devrimi ile ömrünü uzattı. Çarlık Rusya’sı o vakitlerde toprak aristokratlarına
dayanan (rejimi ve ekonomisi ile) otoriter, yayılmacı ve sömürgeci bir imparatorluktu.
SSCB de devlet bürokrasisine dayanan otoriter, yayılmacı ve sömürgeci bir
imparatorluktu. Her ikisi de hantal ve gelişime kapalı yapılanmalardı.
Nitekim 1991’e
geldiğimizde fazla dayanamadı yıkıldı. ( 1983-1991 yılları arasında Petersburg
valiliği yapan Vladimir
Khodyrev “ Sovyetler
tahminimizden on yıl önce yıkıldı” demiştir.) Yıkılış nedeninin şu veya bu
olaylara bağlayabiliriz. Ama bunlar asıl nedenler değildir. Asıl neden
imparatorluğun yapısından kaynaklanmaktadır.
Bugün de
Rusya Federasyonu (şekil değişse bile) aynı yapılanma ve zihniyet üzerine
kuruludur. Hantal bir ekonomi, otoriter bir rejim, sosyal sınıfların henüz
teşekkül etmediği, sömürgeci, güce dayalı bir zihniyet. Böyle bir yapılanma
azgın nehir akıcılığına karşı direnen gemi gibidir.
Dolayısıyla
önce Gürcistan sonra sırasıyla Kırım ve Ukrayna. Hiçbir medeniyet, kültürel ve
ekonomik cazibesi olmadan (sadece) “büyüklük kompleksi” ile bezenmiş askeri
güçle girişilen çabalar. Dünya bununla zapt edilemiyordu, gelecekte hiç zapt
edilemeyecek. Geleceğin hâkimi, önce teknoloji, ekonomi bunları sarmalayacak
kültür ve medeniyet olacak.
Bu
perspektiften baktığımızda Rusya’nın Kafkaslarda geldiği nokta gayet normal ve
şaşılacak bir durum yoktur.
Zaman
içerisinde tarih devletlerin önüne fırsatlar sunar. Bu fırsatlardan yararlanma
önce o devletin tarihten gelen alışkanlıkları, hali hazır durumu ve yöneticileri
ile alakalıdır.
Şunu açıkça
ifade edelim ki, Kafkaslardaki (konumuz olan üç devlet) Azerbaycan, Ermenistan
ve Türkiye geleceğe hâkim olabilecek kapasitede devletler değildir.
Her ne kadar 1991-2000
yılları arasındaki bocalamadan sonra gerek ekonomik ve sosyal yapının
dönüştürülmesi olarak, ( iç-dış) siyaset olarak, en önemlisi silahlı
kuvvetlerin yapılandırılması olarak sabırlı ve planlı bu günlere hep artılarla gelmiştir.
Bu gelişimini, kendine ve halkına güvenen daha toplumcu, otoriterlikten
sıyrılmış bir yönetimle geliştirebilir. Bu tür ülkeler iktidarlarını ayakta
tutmak için daima (iç ve dış) düşman yaratarak sürdürmeye çalışırlar. Hâlbuki
barışçı, komşularını hor ve düşman görmeyen, insani ilişkileri daima ön planda
tutan, gelişime açık devlet ve toplum her zaman ayakta kalır.
Burada en çok
Ermenistan’a iş düşmektedir. Bildiğimiz gibi Ermenistan 1991’den (hatta 1989’den)
beri soykırım, Karabağ gibi milli galeyanı köpürten siyasetçilerin yönetiminde
bu günlere geldi. Elbette bu Rusların ve diasporanın katkıları ile oldu. Ne var
ki, bu bunu köpürtenlerin haricinde sade vatandaşa yaramadı. Fukaralıktan
kurtulamadılar.
Eğer
komşularınızdan güçlü değilseniz, bir de şovenizm hastalığına yakalanmışsanız
hiçbir zaman iki yakanızı bir araya getiremez, onun bunun maşası olursunuz.
Ermenistan yöneticileri halkını daha çağdaş ve müreffeh yaşatmak istiyorlarsa
geçmişin (sadece) milli duyguları köpürten, intikamcı ruh halinden
sıyrılmalıdır. Bunu başarmak kolay değil ama mümkün. Bana göre bunu
gerçekleştirecek lider ve yöneticiler saygıyı hak ediyor demektir.
Türkiye’ye
gelince,
Tarihin
süreklilik arz ettiğini, liderliğin ileriyi doğru analiz etmesi gerektiğini,
dünün bugünü, bugünün yarını tayin ettiğini çok iyi anlıyor ve görüyoruz. Osmanlı
Kafkas İslam Ordusu, Nahcivan sınır komşuluğunun tesisi olmasa idi bugün
Zengezur Koridoru bizi ilgilendirmeyecek, bize Orta Asya kapısı daima kapalı
olacaktı.
Burada hazır
yeri gelmişken,
Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın Zengezur Koridoru konusunda liderliği Trump’a kaptırdığından dem
vurulur. Bu Erdoğan’a haksızlıktır. Eğer ülke olarak (Azeri Türklerinin değimi
ile) bir şeye “gücünüz çatmıyorsa” kendinize ortak bulmak zorundasınız.
Netice
olarak,
Gürcistan’la birlikte
her üç ülke geçmişin acı yaşanmışlıklarını küllendirip, Kafkasları barış ve
istikrar havzası yaptıklarında ve en önemlisi nefislerini “güç savaşına” esir
etmediklerinde yakın tarihin en önemli projesini başarmış olacaklardır. Dilerim
öyle olur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder