Bu Blogda Ara

23 Ağustos 2025 Cumartesi

FINDIK BELASI!

 

Aslında bu yıl fındık konusunda yazmayacaktım. Çünkü her yıl aynı teraneler. Bir de temcit pilavı gibi aynı şeyleri tekrarlıyoruz. Sonuç malum!

Biraz önce Ünye yerel gazetesinde okuduğum bir haber beni yine fındık konusunda bir kez daha yazmaya itti.

Önce habere kısaca değineyim,

Ordu/ İkizce ilçesi Kaynartaş mevkiinde yetmiş yaşındaki bir vatandaş uçurumun kenarında fındık toplarken on metrelik uçurumdan düşüp ölüyor. Haberin özeti bu…

Otuz derece sıcakta, emeklilik yaşını çoktan geçmiş yetmiş yaşındaki bir kişinin uçurumun kenarında fındık toplaması ne anlama geliyor?

Bunu devletin yaşlılarına sahip çıkmadığı, bu sıcakta ve bu yaştaki bir vatandaşının fındık toplamaya mecbur bıraktığını söyleyebilir… Devleti, dolayısıyla iktidarı sorumlu tutabilir, suçlayabilirsiniz.

Bu işin kolay tarafı ve tam da muhalefetin arayıp da bulamayacağı bir olay.

Ama dediğim gibi bu işin kolay ve (abartarak söylüyorum) magazin tarafı. Hâlbuki ülkenin diğer konularında olduğu gibi fındık sorunu çok daha derinlerde.

Ben burada çözüm bilgiçliğine soyunmayacağım. Çünkü çözüm önce sorunların ortaya konulmasıyla başlar. Gerisi uzmanların günlerce bu konuda kafa yormasıdır. Ama mutlaka bulunur. Çünkü bilim diye bir şey var.

Aklımızın erdiğince sorunları ortaya komaya çalışalım.

1-   Ülkemizde fındık tarımı başladığında Karadeniz’in ( mısır, kendir, fasulye gibi) ürün çeşitliliği boldu. Yüzyıllardır Karadeniz köylüsü kendi yaşam şartlarına ve ihtiyaçlarına göre bu ürünleri üretiyordu. Ama ekonomik değildi. Ancak kendi geçimine yetiyordu. Sonra fındık üretimi teşvik edildi.

A)   Bununla artı değer yaratılıyordu, ihracatı kolaydı. Buna bağlı sektörler oluştu.

B)   Karadeniz bölgesi meyilli arazi olduğu için toprak erozyonunu önlüyordu.

2-   Köy nüfusu dolayısıyla aileler kalabalıktı. Fındık diğer ürünlerden daha az zahmetli baş etmek daha kolaydı.

3-   Devlet o zamanın dünya siyaseti gereği (Sovyet tehlikesi) Karadeniz’i savunma hattı olarak görüyordu. Bu itibarla fiyatta ve alımda destek çıkıyordu. Yeter ki göç olmasın.

4-   Fındık ağacının yaşı daha 20-30’ları geçmemişti. Ürün makuldü.

5-   Sovyetlerin yıkılışından sonra devlet koruma politikasını yavaş yavaş terk etti.

6-   Köyde birinci nesil büyükbabalar devreden çıkınca geriye kalan arazi evlatlar arasında bölüşüldü. Haneye düşen fındık geliri haneye yetmemeye başladı.

7-   İkinci nesil babalar köylerden şehirlere göç etti. Fındık bahçelerine uzaktan ilgilenmeye başladı. Bu da fındık verimini etkiledi. Ama fındık henüz alarm vermemişti.

8-   Babalardan sonra fındık bahçeleri bir daha bölündü. Oğullar tamamen şehirli olmuşları. Uzaktan güdümlü fındık üretimi yapmak zorunda kaldılar. Zaten iyice küçülen fındığın peşine ( mecburiyet ve ata, dede yadigârı gözüyle bakılarak) düşüldü. Fındık bahçelerinin küçülmesine rağmen, iş gücü tamamen ücretli işçiler eliyle yapıldı.

9-   Fındık ağaçlarının yaşı da en az elli ve hatta yetmiş yaşlarını bulmuştu. Bu ağaçtan verim beklemek seksenlik amcadan yirmilik işgücü beklemek kadar abesti. Ayrıca(doğal olarak) üretim anlayışı y6ine fi tarihinin anlayışı. Not olarak verelim; Amerika dekardan 280 Yunanistan 240 Türkiye ise 85 kg ürün alıyor. Ayrıca bizim girdi maliyetlerimiz onların iki katı.

10-              Kısaca, fındık tarımı hala (mecburen) köylü ürünü olmaya devam ediyor.

Aklıma gelenler bunlar. Boşuna yaygara yapmayın ve ne aldı isek kar deyin. Ayrıca muhalefetin yaygarasına da fazla kulak asmayın.

Hadi yine dayanamadım çözüm söyleyeyim.

Bu tür sorunlar iki türlü çözülür,

1-   Devlet ve ilgili kurumlar proje üretirler, yol haritasına göre neşteri vururlar. Sil baştan yaparlar. Bu epeyi acıtır.

2-   Kendi haline bırakılır. Halk arasında bir söz vardır “nerden üzülürse oradan kopar.”  Onun gibi…

Birincisinden umudum yok, ikincisinin sonucunu da biz görmeyiz.

Hiç yorum yok:

UÇUK KAÇIK BİR YAZI

  Televizyonlar henüz siyah beyazken ve çanak antenlerimiz yokken, bazen televizyonlarımıza (özellikle) Sovyet yayınları karışırdı. Mesela t...