Aslında bu
yıl fındık konusunda yazmayacaktım. Çünkü her yıl aynı teraneler. Bir de temcit
pilavı gibi aynı şeyleri tekrarlıyoruz. Sonuç malum!
Biraz önce
Ünye yerel gazetesinde okuduğum bir haber beni yine fındık konusunda bir kez
daha yazmaya itti.
Önce habere
kısaca değineyim,
Ordu/ İkizce
ilçesi Kaynartaş mevkiinde yetmiş yaşındaki bir vatandaş uçurumun kenarında
fındık toplarken on metrelik uçurumdan düşüp ölüyor. Haberin özeti bu…
Otuz derece
sıcakta, emeklilik yaşını çoktan geçmiş yetmiş yaşındaki bir kişinin uçurumun
kenarında fındık toplaması ne anlama geliyor?
Bunu devletin
yaşlılarına sahip çıkmadığı, bu sıcakta ve bu yaştaki bir vatandaşının fındık
toplamaya mecbur bıraktığını söyleyebilir… Devleti, dolayısıyla iktidarı
sorumlu tutabilir, suçlayabilirsiniz.
Bu işin kolay
tarafı ve tam da muhalefetin arayıp da bulamayacağı bir olay.
Ama dediğim
gibi bu işin kolay ve (abartarak söylüyorum) magazin tarafı. Hâlbuki ülkenin
diğer konularında olduğu gibi fındık sorunu çok daha derinlerde.
Ben burada
çözüm bilgiçliğine soyunmayacağım. Çünkü çözüm önce sorunların ortaya konulmasıyla
başlar. Gerisi uzmanların günlerce bu konuda kafa yormasıdır. Ama mutlaka
bulunur. Çünkü bilim diye bir şey var.
Aklımızın
erdiğince sorunları ortaya komaya çalışalım.
1- Ülkemizde fındık tarımı başladığında Karadeniz’in
( mısır, kendir, fasulye gibi) ürün çeşitliliği boldu. Yüzyıllardır Karadeniz
köylüsü kendi yaşam şartlarına ve ihtiyaçlarına göre bu ürünleri üretiyordu.
Ama ekonomik değildi. Ancak kendi geçimine yetiyordu. Sonra fındık üretimi
teşvik edildi.
A) Bununla artı değer yaratılıyordu,
ihracatı kolaydı. Buna bağlı sektörler oluştu.
B) Karadeniz bölgesi meyilli arazi olduğu
için toprak erozyonunu önlüyordu.
2- Köy nüfusu dolayısıyla aileler
kalabalıktı. Fındık diğer ürünlerden daha az zahmetli baş etmek daha kolaydı.
3- Devlet o zamanın dünya siyaseti gereği
(Sovyet tehlikesi) Karadeniz’i savunma hattı olarak görüyordu. Bu itibarla fiyatta
ve alımda destek çıkıyordu. Yeter ki göç olmasın.
4- Fındık ağacının yaşı daha 20-30’ları
geçmemişti. Ürün makuldü.
5- Sovyetlerin yıkılışından sonra devlet
koruma politikasını yavaş yavaş terk etti.
6- Köyde birinci nesil büyükbabalar
devreden çıkınca geriye kalan arazi evlatlar arasında bölüşüldü. Haneye düşen
fındık geliri haneye yetmemeye başladı.
7- İkinci nesil babalar köylerden
şehirlere göç etti. Fındık bahçelerine uzaktan ilgilenmeye başladı. Bu da
fındık verimini etkiledi. Ama fındık henüz alarm vermemişti.
8- Babalardan sonra fındık bahçeleri bir
daha bölündü. Oğullar tamamen şehirli olmuşları. Uzaktan güdümlü fındık üretimi
yapmak zorunda kaldılar. Zaten iyice küçülen fındığın peşine ( mecburiyet ve
ata, dede yadigârı gözüyle bakılarak) düşüldü. Fındık bahçelerinin küçülmesine
rağmen, iş gücü tamamen ücretli işçiler eliyle yapıldı.
9- Fındık ağaçlarının yaşı da en az elli ve
hatta yetmiş yaşlarını bulmuştu. Bu ağaçtan verim beklemek seksenlik amcadan
yirmilik işgücü beklemek kadar abesti. Ayrıca(doğal olarak) üretim anlayışı y6ine
fi tarihinin anlayışı. Not olarak verelim; Amerika dekardan 280 Yunanistan 240
Türkiye ise 85 kg ürün alıyor. Ayrıca bizim girdi maliyetlerimiz onların iki
katı.
10-
Kısaca,
fındık tarımı hala (mecburen) köylü ürünü olmaya devam ediyor.
Aklıma
gelenler bunlar. Boşuna yaygara yapmayın ve ne aldı isek kar deyin. Ayrıca
muhalefetin yaygarasına da fazla kulak asmayın.
Hadi
yine dayanamadım çözüm söyleyeyim.
Bu
tür sorunlar iki türlü çözülür,
1- Devlet ve ilgili kurumlar proje
üretirler, yol haritasına göre neşteri vururlar. Sil baştan yaparlar. Bu epeyi
acıtır.
2- Kendi haline bırakılır. Halk arasında
bir söz vardır “nerden üzülürse oradan kopar.” Onun gibi…
Birincisinden umudum yok,
ikincisinin sonucunu da biz görmeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder