24 Mart 2009 Salı

BİR ZAMANLAR ÇOCUKTUK..........


Evimin dağa bakan terasında dinlenirken, Azeri mahnısı(şarkısı) dinlemek hoşuma gider.Onların şarkıları bana daha içten ve hüzünlü gelir.Özellikle Mubariz Tagiyev “hatıralar” şarkısında”Aylar geçer,yıllar öter(anı olur), zaman değişer” derken hüznümün doruğuna ulaşırım.
Anılarıma daldığımda önce Çilader’li yıllarım aklıma gelir.
Çilader’li yıllarımda ilk aklıma gelen; hayal meyal hatırladığım, kaldığımız evin penceresinden babamın Ünye’ye giderken peşinden ağlamak olur.
Daha sonra taşındığımız karakol mahallesinde oynadığımız oyunlar gelir aklıma. Mahalle arkadaşlarım belli belirsiz gözlerimin önünden geçer.Arada bir hey gidi günler derim kendi kendime.Çayımdan bir yudum alır, yine dalarım dağlara doğru.
Karakol mahallesinde yedi sekiz ev vardık.Evlerimizin yanı başında jandarma karakolu olduğu için çilader sakinleri bu mahalleye “Karakol yanı” yada mahallesi derlerdi.Çilader’de bundan başka iki mahalle daha vardı.Biri Çarşı diğeri de aşağı mahalle idi.Bu zannedildiği gibi en az kırk elli haneden oluşan resmi mahalleler değildi.Beş on haneden oluşan gayri resmi Çilader sakinlerinin yer tanımlaması için taktıkları adlardı.
Karakol mahallesi adından da anlaşılacağı gibi Jandarma karakolunun bulunduğu mahalle idi. Tekkiraz ile Tekke köy yollarını birbirine bağlayan caddenin üzerindeki sekiz on haneden oluşurdu.Çarşı mahallesi ise Çilader’in merkezinde memurların kaldığı mahalle idi Evler daha çok resmi binalar olduğu için yığma tuğla binalardı.Aşağı mahalle ise Çilader’in en alçak yerinde Laleli yolu üzerinde kurulu idi.
Benin en çok kendi durduğumuz mahalle yani karakol mahallesi hoşuma giderdi.Çilader’in en yüksek ve sakin mahallesi idi.Ayrıca caddesi de düzdü.Oyun oynamaya çok müsaitti.
Evler tahmini yetmişbeş metre uzunluğunda on metre eninde olan caddenin bir tarafında dizili idi.Birbirine bitişik sekiz on haneden oluşurdu.Caddenin Çilader tarafına bakan kısmı ise boş mısır tarlasıydı. Dolayısıyla Çiladerin merkezini gören manzarası vardı.
Caddenin Tekkiraz yolu ile birleştiği yerde büyük bir çam ağacı vardı .Çapı tahminen elli santim kadardı. Orası çok hoşumuza giderdi.Yazın gölgesi,kışın ise yağan karlar ağaca ayrı bir güzellik katardı.
Demirci Mustafa ramazan borazanını sahur ve iftarlarda burada çalardı.Mustafa iri yarı tam bir demirci ustası idi.Peynir tenekesinin sacından borazan yapmıştı.Borazanın sesinin vikinklerin savaş borularının sesine benzediğini Ünye’ye taşındığımızda seyrettiğim filmlerden öğrendim.
Bir yaz günü idi.Yine çamın dibinde beş altı arkadaş oynarken, karşıda çarşı mahallesinde bize en yakın evin merdivenlerinden bir kızın çıktığını gördüm.Kızı tanıyordum, benden büyüktü.Ağabeyimle yaşıttı.Yani oniki,onüç yaşlarında idi.Beş on dakika sonra Hanife evin kızı ile dışarı çıktı oynamaya başladılar.Aklıma nereden geldi ise yanımda ki arkadaşlarıma “ biliyor musunuz ağabeyim Hanife’yi seviyor” dedim.
----- Arkadaşlar ,yok ya,nereden biliyorsun,beraber gördün mü?, ağabeyin mi dedi, gibi konuyu aydınlatacak sorular sormaya başladılar.
Geçmiş gün bunlara ne gibi cevaplar verdiğimi hatırlamıyorum.Hatırladığım bütün arkadaşlarımla koro halinde” “Hanife Osman ağabeyim seni seviyor” diye bağırmamızdır.
Kızlardan daha yüksek yerde idik ve önümüz açıktı.Mesafe olarak en fazla yüz metre uzağımızda idiler.Biz hep beraber “Hanife Osman ağabeyim seni seviyooor “ diye bayırmaya devam ettik.
Hanife ve arkadaşı bir müddet sonra bu bağırmalardan rahatsız oldular.Eve girdiler.Yarım saat sonra yine sokağa çıktılar.Biz yine başladık bağırmaya ”Hanife Osman ağabeyim seni seviyooor”.
Hanife bizim durmayacağımızı anlayınca kendi evine gitmek zorunda kaldı.
Aradan onbeş yirmi gün geçti.Biz Hanife’lerin mahallesine gittik.Zaten onun kız kardeşi benim okul arkadaşımdı.Ayrıca ailece de çok samimi idik.
Onun babası orman memuru idi. Lojmanda kalıyorlardı. Lojman bir katlı klasik bir devlet binası idi.Evlerinin etrafında bir metre eninde betondan kaldırım vardı.
Sekiz on çocuk evin etrafını kabe tavaf eder gibi koşarak dönüyorduk.Birbirimizi mi kovalıyorduk yada öylesine mi koşuyorduk bilemiyorum.Ama oyunumuz bu idi.
Ben oyuna dalmış koşarken , onbeş yirmi gün önce yaptığımız hınzırlık hiç aklıma gelmiyordu.Bu olayı unutmuş gitmiştim.
Beş on tur döndükten sonra tam evin dış kapısının önünden geçerken bir elin beni kolumdan yakaladığını, hızla içerini çektiğini ve kapıyı aynı hızla kapattığını fark ettiğimde iş işten geçmişti.
Karşımda Hanife’yi fark ettiğimde ben hala, dış kapının nasıl olup ta bu kadar çabuk açılıp uçurulurcasına içeri çekildiğimi anlamaya çalışıyor, olayın şokunu yaşıyordum.
Hanife benden beş altı yaş büyüktü. Yanında cüce gibi kalıyordum. Karşımda hiddetli,kaşlarını çatmış bir yüz fark ettiğimde, başıma neler gelebileceğini kestirmeye çalıştım.
---- Geçen gün bana niye öyle bağırıyordun
----- Ben bağırmadım
---- Yalan söyleme
---- Bağıran ben değildim
---- Sen Osman’ın kardeşi Yakup değilmisin?
----- !!!!!!!!..................
---- Haydi şimdi bağır bakalım,kabahatlisin tabii, ağzına biber doldurayım mı senin?
O an elinde bir avuç biber olduğunu fark ettim. Biber dolu eliyle ağzıma doğru hamle yaptığında, olanca gücümle ağzımı kapattım.
Önce bir eliyle ağzımı açmaya çalıştı. Beceremeyince kulağımı çekmeye başladı. Diğer eli ile de biberleri ağzıma burnuma sürüyordu.
Biber karabiberdi. Dudaklarımı ve burun deliklerimi hep yakmıştı.Ama ağzıma dolduramadı.
Bu boğuşma devam ederken, nasıl oldu ise elinden kurtuldum,odalardan birine kaçtım.Kapıyı kapattım.O dışardan kapının koluna zorluyordu ben içerden.Bu arada pencereye gözüm ilişti.Pencere açıktı.Pencereden atlayabileceğimi anladım.Ev bir katlıydı. Yüksekliği en fazla bir metre idi.Ama kapı kolunu bıraktığımda bana yetişebilirdi.Bu mücadele bir süre devam etti.Yorulmuş olacak ki zorlamaktan vazgeçti.
Her ihtimale karşı birkaç dakika elim kapı kolunda öylece bekledim. Sonra hızla pencereye doğru koşup ,pencereden atlamam saniyeler sürdü.
Ben yine bunları düşünür hey gidi günler derken, bazen benim delikanlı rastlar bana” baba ne o yine gözlerin buğulanmış, ne var bu dağlarda,ne görüyorsun bir de bize anlat” dediğinde “hele oğul sende benim yaşıma gel oralarda ne gördüğümü anlarsın” derim.

Hiç yorum yok:

  Kalemi kırmışlar bir kere...  Temyiz etmenin ne kârı var.  Hükmünü  erteleme kadı...  Ruhuma zulmün ne kârı  var.