Bu Blogda Ara

28 Ağustos 2024 Çarşamba

DÜNÜN ve BUGÜNÜN TÜRKİYESİ!..


 

İstatistik şirketleri AKP öncesi ve AKP devri Türkiye’si konusunda “hangisi daha iyi idi?” şeklinde anketler yapsalardı sonuç ne olurdu?

Anketin sonucu hakkında bir tahmin yürütemeyiz. Hele de milletin canı burnunda olduğu şu günlerde…

Ancak,

2002 yılında AKP’nin iktidara geliş nedenleri ve bugünkü ekonomik, siyasal ve sosyal veriler işleri karmaşıklaştırıyor.

AKP’nin iktidara gelirken sloganlaştırdığı 3Y’yi hatırlayalım. Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar!

Demek ki,

Ayrıntıya girmeye gerek yok. Ülkemizde bu iç şey gemi azıya almış, millete gına gelmiş ki vatandaş AKP’ye teveccüh etti.

Burada şunu da iddia edebilirsiniz; “Efendim, 28 Şubat, Bahçelinin yan çizmesi, ekonominin dibe vurması falan… Bunlar normal olmayan bir ülkede yaşanacak olaylardır. Hatta bunları dış güçlerin mizansenleri olarak da kabul edebilirsiniz. Olabilir de… Ama şunu da unutmayalım, dış güçlerin bu denli kolay ve süreli entrikalarının ülkemizde yürütülmesi başlı başına bir zafiyet değil mi? Başta ekonomi olmak üzere siyasal ve sosyal olarak güçlü bir ülkeye kim bu kadar kolay nüfuz edebilir?

 Kemal Derviş’in gelip başta Merkez Bankası ve ihale kanununda düzenleme yapması (hangisi olurlarsa olsunlar) iktidarların ekonomi üzerindeki tahakkümlerini göstermiyor mu?

Bir de ülkemizin sosyal yapılanmasına bakalım;

Daha çiftçilik seviyesine gelememiş %45 köylü toplumu, kendi yağı ile kavrulmaya çalışan (kalabalık) şehirli orta sınıf, daha sahip olduğu mesleğin ve mevkiinin ruhunu kavrayamamış her meslekten bürokrat sınıfı… En önemlisi ekonominin dizginlerini ele geçirmiş toplumsal görevlerinin farkında olamayan/olmayan sermaye sınıfı…

İşine geldiği zaman ürüne yüksek fiyat veren ama çiftçiliğe geçme ve hatta tarım sanayi konusunda yeterince kafa yormayan iktidarların ülkenin kalkındırılması konusunda, mazot, traktör edebiyatı yapmaları seçim meydanlarının süslü laflarından öte bir şey değil de nedir?

İleri teknoloji konusunda hiç laf etmeyelim. 50 yıl otomobil sektörünün hâkimleri kendi markalarını yaratmaları konusunda rüya dahi görmemişlerdir.

Bir ülkenin kalkınabilmesi öncelikle kültürel birliktelikten geçer. Tartışılamayacak ortak değerlerin güçlülüğü, “biz” olmanın onuru sağlanabilmiş-midir? Sporcularımızın en ufak başarısı bile millet olarak bizi heyecanlandırıyor, gururlandırıyor. Hatta bazen ifrata bile kaçıyoruz. Çünkü ezilmişlik duygularımızı bir nebze olsun geri plana atıyoruz.

Kurtuluş savaşını galip bitirerek milli devletimizi kurduk. Adını Türkiye Cumhuriyeti koyduk. Halkına da Türk halkı dedik. Ama bunları demekle ne cumhuriyet olunur, ne de Türk halkı.

Tebaa olmaktan millet olmaya geçtik. Geçtik demeyle de olmuyor.

Düşünün ki,

Halkın yarısı göçmen diğer yarısı fakir ve bitkin… Okuryazarlık hak getire… Toplumu düzenleyen sosyal sınıflar yok. En önemlisi (ekonomi ve kültür dâhil) toplumun lokomotifi olacak sermayedar sınıfı yok. Bir de Osmanlıdan bakiye kurumsal kokuşmuşluklar…

Önce geçmişin kokuşmuşluklarını gidereceksiniz, sosyal sınıfları yaratacaksınız, onlara toplum içerisindeki görevlerinin önemini idrak ettireceksiniz… Kolay iş değil elbette.

Bir de 20 yüzyılın hastalığı ideolojiler. Sanki bu yüzyıla kadar toplumlar kör cahillermiş gibi halkın yaşam felsefesini oluşturan bütün değerlerin sorgulanması…

Mesela,

Din afyondur diyen Sosyalistler dinin bütün değerlerine saldırdılar. İslamcılarda buna karşı çıkacağız diye kendi kutsal dinlerini yarattılar. Milliyetçilere ne demeli? Bozkurt işareti yapmakla milliyetçilğin hası olduk zannettiler.

Günümüz toplum değerlerimiz bu yüzden parça pürçek olması bir yana, geçmişimiz bile parsellendi. Burada Abdülhamit örneği verebilirim. Ama ben başımdan geçeni örnek vereceğim.

Yıl 1985, dernek olarak liseler arası bilgi yarışması yapıyoruz. Açılış konuşmasını üç kişi yaptık. Kimlikleri önemli değil. Ama hepsi mürekkep yalamış kişiler.

Birincisi; Cumhuriyeti İslam ruhu kurdu. İkincisi; Cumhuriyeti Atatürk kurdu. Üçüncüsü; Orta Asya’dan gelip İslamiyet süzgecinden geçerek Anadolu’yu yurt tutan Türk Milleti kurdu.

Bu durumlarda bizim mahallede “hadi buyurun cenaze namazına” derler.

Ortak geçmişimizi bile ideolojilerimize meze yaptık! (devamı gelecek hafta)

Hiç yorum yok:

BİR HAYALİM VAR !..(son)

                          Geçen gün Tolstoy’un okumakta gecikmiş olduğum romanını okudum. Savaş ve Barış romanını… 1800’lü yılların başında ...