Geçen
hafta kurumlar ve yer isimleri konusuna giriş yaptık. Bu konunun önemi verdiğim
örneklerle sınırlı değil.
Her
devlet, hâkim olduğu alanın yüzyıllardır kendi egemenliğinde olduğu ispatına
çalışır. Bunlardan biri de yer isimleridir. Öncelikle, şehir, kasaba ve
köylerden başlar. Cadde ve sokaklarla devam eder.
Özellikle,
Milli
devletler kurulmaya başladığında bu ivme daha da hızlanmıştır. Devlet bir
anlamda haklıdır. Sahip olduğu topraklarda kök salmak için önce millileşmek ve
aynı zamanda yüzyıllardır bu topraklarda yaşadığının ispatı derdindedir.
Nitekim
Osmanlı imparatorluk olduğu, çeşitli etnik kavimlere hükmettiği için böyle bir
uygulamaya gerek görmedi. Öteden beri gelen isimlere sadık kalmaya çalıştı. Türk
ve Müslüman yoğunluk sağlandığı yerlerde yörenin anlamına uygun isimleri
üzerinde yaşayan ahali zaman içerisinde değiştirdi.
Cumhuriyet
milli devletti. Ayrıca Lozan’dan sonra gayri Müslimler mübadele ile ülkeyi terk
edip ülke Türk ve Müslüman unsurlara kalınca yer adlarının da buna uygun olarak
değiştirmek istedi.
Tarihte
bütün (özellikle) milli devletler bu yolu takip etmişlerdir. Ya isimleri
tamamen kaldırmışlar ya da isimlerin Türkçe telaffuzları ile anmışlardır.
Bu
konuyu irdelemek için iki kısımda yazımıza devam edeceğiz.
Birincisi,
yer isimleridir. Eski isimlerin yerine Türkçe isimler konulurken şu
yapılmamıştır; Geçen yazımda örneğini verdiğim gibi o yerle hiç alakası olmayan
isimler verilmiş, nesiller bu ismin nereden geldiği konusunda araştırma
yaptıklarında duvara toslamışlardır.
“Şu
tarihe kadar (mesela) İlküvez idi, şu tarihten sonra devlet bu ismi koydu.
Koydu
koymasına da… O ismin (mesela) Taşkesiği isminin o yöre için hiçbir anlam ifade
etmediğinin de hesabını yapmadı. Biz koyduk oldu kabilinden, yeter ki Türkçe
olsun.
Yerel
isimlerle amatörce ilgilenen bir arkadaşımdan duymuştum. Kiliseyanı olan ismin
mahallin savcısı ve muhtarı tarafından Atayurdu olarak değiştirildiğini
söylemişti. Bunun gibi şeyler…
İkincisi,
kurum ve bina isimlerinde de aynı sorunları yaşıyoruz. Dün örneğini verdiğim
gibi bir yönetim geliyor diyor ki bu kurumun ismi bundan böyle bu olacak.
Hâlbuki eski isim pek cazip olmayabilir, anlam derinliği de olmayabilir. Ama
tarihsel bir derinliği vardır ve o kurumun ne derece tarihi geçmişi olduğunu
ifade eder.
Ayrıca,
yeni ihdas edilen kurumlara ve binalara o günkü iktidarın dilediği, hiçbir
anlam ifade etmeyecek ya da zaman dilimi içerisinde has-bel kader mevkii sahibi
olmuş birinin ismi veriliyor.
Sonra,
başka bir iktidar gelip adını kendi adamının ismi ile değiştiriyor. Bu böyle
sürüp gidiyor. O binanın ve kurumun tarihsel derinliğini dumura uğratmış
oluyor.
O
yöreye hizmet etmiş, ilim sahibi olmuş ya da bir sanat dalında ilerlemiş
birinin bir kuruma adının verilmesi hem o kişinin anılması ve hem de tarihi
değerinin bilinmesi açısından daha uygun olmaz mı?
Adam
bir yerde bilmem kaç yıl maaşlı çalışmış ya da bir dönem mevkii sahibi olmuş
ama hiçbir kalıcı eseri olmamış birinin adının verilmesi siyasi kaygıdan
gelmiyor da nedir?
İşin
acı tarafı hak etmediği halde isim babası olmak bir tarafa, üç-beş yıl sonra
değiştirilip başka birinin adının verilmesi değiştirilen kişinin (eğer yaşıyorsa)
haysiyetine dokunmaz mı?
Tarih
araştırmacıları bir kavmin, milletin kaç yüzyıldan beri o topraklar üzerinde
yaşadığını veya hangi zaman dilimi içerisinde bulunduklarını anlamak için
öncelikle, bıraktıkları eserlerden ve yer isimlerinden anlarlar.
Sözün
özü;
Bir
toprak parçasının vatan olduğunu atalarımızın bıraktıkları eserlerden,
kurumların adlarından ve tabii ki yer isimlerinden anlarız. Yani isimler millet
olarak tapu kayıtlarımızdır.
Bir
örnekle bitireyim;
Mimar
Sinan Üniversitesine bakan yeni nesil onun 1980’li yıllarda kurulduğunu
zannederler. Hâlbuki 1 0cak 1882 yılında Sanay-i
Nefise-i Şahane adıyla kuruldu. 1928 yılında Güzel Sanatlar Akademisi adını
aldı. 1982 yılında üniversiteye dönüştürülerek Mimar Sinan Üniversitesi adını
aldı. Şimdi bu üniversite kaç yıllık?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder