Bu Blogda Ara

26 Temmuz 2024 Cuma

VATANIN TAPUSU…



 

Geçen hafta kurumlar ve yer isimleri konusuna giriş yaptık. Bu konunun önemi verdiğim örneklerle sınırlı değil.

Her devlet, hâkim olduğu alanın yüzyıllardır kendi egemenliğinde olduğu ispatına çalışır. Bunlardan biri de yer isimleridir. Öncelikle, şehir, kasaba ve köylerden başlar. Cadde ve sokaklarla devam eder.

Özellikle,

Milli devletler kurulmaya başladığında bu ivme daha da hızlanmıştır. Devlet bir anlamda haklıdır. Sahip olduğu topraklarda kök salmak için önce millileşmek ve aynı zamanda yüzyıllardır bu topraklarda yaşadığının ispatı derdindedir.

Nitekim Osmanlı imparatorluk olduğu, çeşitli etnik kavimlere hükmettiği için böyle bir uygulamaya gerek görmedi. Öteden beri gelen isimlere sadık kalmaya çalıştı. Türk ve Müslüman yoğunluk sağlandığı yerlerde yörenin anlamına uygun isimleri üzerinde yaşayan ahali zaman içerisinde değiştirdi.

Cumhuriyet milli devletti. Ayrıca Lozan’dan sonra gayri Müslimler mübadele ile ülkeyi terk edip ülke Türk ve Müslüman unsurlara kalınca yer adlarının da buna uygun olarak değiştirmek istedi.

Tarihte bütün (özellikle) milli devletler bu yolu takip etmişlerdir. Ya isimleri tamamen kaldırmışlar ya da isimlerin Türkçe telaffuzları ile anmışlardır.

Bu konuyu irdelemek için iki kısımda yazımıza devam edeceğiz.

Birincisi, yer isimleridir. Eski isimlerin yerine Türkçe isimler konulurken şu yapılmamıştır; Geçen yazımda örneğini verdiğim gibi o yerle hiç alakası olmayan isimler verilmiş, nesiller bu ismin nereden geldiği konusunda araştırma yaptıklarında duvara toslamışlardır.

“Şu tarihe kadar (mesela) İlküvez idi, şu tarihten sonra devlet bu ismi koydu.

Koydu koymasına da… O ismin (mesela) Taşkesiği isminin o yöre için hiçbir anlam ifade etmediğinin de hesabını yapmadı. Biz koyduk oldu kabilinden, yeter ki Türkçe olsun.

Yerel isimlerle amatörce ilgilenen bir arkadaşımdan duymuştum. Kiliseyanı olan ismin mahallin savcısı ve muhtarı tarafından Atayurdu olarak değiştirildiğini söylemişti. Bunun gibi şeyler…

İkincisi, kurum ve bina isimlerinde de aynı sorunları yaşıyoruz. Dün örneğini verdiğim gibi bir yönetim geliyor diyor ki bu kurumun ismi bundan böyle bu olacak. Hâlbuki eski isim pek cazip olmayabilir, anlam derinliği de olmayabilir. Ama tarihsel bir derinliği vardır ve o kurumun ne derece tarihi geçmişi olduğunu ifade eder.

Ayrıca, yeni ihdas edilen kurumlara ve binalara o günkü iktidarın dilediği, hiçbir anlam ifade etmeyecek ya da zaman dilimi içerisinde has-bel kader mevkii sahibi olmuş birinin ismi veriliyor.

Sonra, başka bir iktidar gelip adını kendi adamının ismi ile değiştiriyor. Bu böyle sürüp gidiyor. O binanın ve kurumun tarihsel derinliğini dumura uğratmış oluyor.

O yöreye hizmet etmiş, ilim sahibi olmuş ya da bir sanat dalında ilerlemiş birinin bir kuruma adının verilmesi hem o kişinin anılması ve hem de tarihi değerinin bilinmesi açısından daha uygun olmaz mı?

Adam bir yerde bilmem kaç yıl maaşlı çalışmış ya da bir dönem mevkii sahibi olmuş ama hiçbir kalıcı eseri olmamış birinin adının verilmesi siyasi kaygıdan gelmiyor da nedir?

İşin acı tarafı hak etmediği halde isim babası olmak bir tarafa, üç-beş yıl sonra değiştirilip başka birinin adının verilmesi değiştirilen kişinin (eğer yaşıyorsa) haysiyetine dokunmaz mı?

Tarih araştırmacıları bir kavmin, milletin kaç yüzyıldan beri o topraklar üzerinde yaşadığını veya hangi zaman dilimi içerisinde bulunduklarını anlamak için öncelikle, bıraktıkları eserlerden ve yer isimlerinden anlarlar.

Sözün özü;

Bir toprak parçasının vatan olduğunu atalarımızın bıraktıkları eserlerden, kurumların adlarından ve tabii ki yer isimlerinden anlarız. Yani isimler millet olarak tapu kayıtlarımızdır. 

Bir örnekle bitireyim;

Mimar Sinan Üniversitesine bakan yeni nesil onun 1980’li yıllarda kurulduğunu zannederler. Hâlbuki 1 0cak 1882 yılında Sanay-i Nefise-i Şahane adıyla kuruldu. 1928 yılında Güzel Sanatlar Akademisi adını aldı. 1982 yılında üniversiteye dönüştürülerek Mimar Sinan Üniversitesi adını aldı. Şimdi bu üniversite kaç yıllık?

 

 


Hiç yorum yok:

BİR HAYALİM VAR !..(son)

                          Geçen gün Tolstoy’un okumakta gecikmiş olduğum romanını okudum. Savaş ve Barış romanını… 1800’lü yılların başında ...