Bu Blogda Ara

18 Temmuz 2024 Perşembe

BİZ KIRK KİŞİYİZ!..

       

Hep şunu düşünürüm… AKP’nin meclise ilk girdiği seçim olan 2002 genel seçimlerinde AKP ve CHP hariç bütün partiler (DYP kıl payı kaçırdı) meclis dışında kaldı. Neden?

Görünürde birtakım nedenler sıralanabilir. Ama bana pek tatmin edici gelmemişti. Şimdi de gelmiyor.

AKP seçimden sonra köylünün Ziraat Bankasına olan borçlarının faizlerini sildiği gibi, o güne kadar çiftçinin ödediklerini de anaparadan düştü. Nerede ise tüm çiftçilerin borçları tasfiye edilmişti. Hâlbuki seçimden önce böyle bir söz vermemişti. Neden böyle af çıkardı?

Eğer maksat çiftçiyi rahatlatmak ve tarıma ivme kazandırmak için idiyse Saadet partisinin hazırladığı rapora göre bu alandaki üretici sayımız son 12 yılda %48 düşmüş.

İktidar şöyle bir savunma yapabilir; “Biz üretici sayısını azalttık ama üretimi ve verimliliği yükselttik.” Veriler bunun aksini söylüyor. Demek ki AKP’nin derdi tarım değildi. Ya ne idi? Bu arada köyde yaşayanlarımızın son yirmi yılda %45’den %10’lara düştüğünü de unutmayalım.

Diğer içinden çıkamadığım bir konu daha var.

Cemaat neden bu kadar güçlendi. Biz avam olarak safız, anladık. Bu devletin bilumum yöneticileri de mi saftı? Saftılarsa, öyleyse nasıl bu devlet bu güne kadar ayakta kaldı?

Tamam… Bu sorularla kafayı yersin diyeceksiniz. Ama dönüp dolaşıp ucu biz garip, guraba-ya dokunmasa gam yemeyeceğim de…

Ama şundan adım gibi eminim, bir şeyler döndü ve dönmeye de devam ediyor. Ucu kendilerine dokununca ne demişti AKP’li Ali İhsan Yavuz “hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu ama fark edemedik.” Biz guraba takımı da anladıysak Arap olalım. Ali İhsanının sözlerini şu şekilde de okuyabiliriz. ”Bunlar bizden baskın çıktı.”

Sonrasında malum olaylar… 15 Temmuz öncesi-sonrası gelişmeler, didişmeler, tasfiyeler, hainlikler, kahramanlıklar. Darbe mi değil mi? Darbe ise nasıl bir darbe? İlkokul talebeleri bunlardan daha iyi darbe planı hazırlarlardı. Bunun üzerinde yazıldı, çizildi. Tekrara gerek yok.

Cemaat oldu Fetö. Allah insanı bu duruma düşürmesin. Büyükler derler ki “ihtiras arttıkça ahlak ve akıl azalır.” Doğru söze ne denir!

Ama şunu da unutmamak lazım, yine büyükler der ki “çocuk her şeyi büyüğünden öğrenir.” Bunu da ben yumurtlamış olayım. “ Haddini aşan tekrarlar alışkanlık yapar.”

Benim kıt ama bir o kadar da şüpheci aklım, bana şu soruyu sorduruyor. Fetö devletin her kademesine bu denli nasıl sızabildi?

Öyle ya,

Devlet şirket değil ki, şirketin bile kendine göre bir hassasiyeti var. Her gelen çat kapı giremez ki!

“Efendim, uzun yıllar sabırla çalıştılar.” Devlet dediğin 20 yıllığına kurulmuyor. Yirmi- otuz yılda devlete sızılacaksa, demek ki devlette bir sıkıntı var. Halkın memnun olmadığı işlerin kötü olduğu ve kötüye götüren bir devlet var ortada.

O zaman kıt aklım bir soru daha soracak. “Devlet kimlerin elinde idi ve halkın hiç de hoşnut olmadığı bir kadrolaşma vardı da… Birileri cesaret aldı?”

Benim hınzır aklım AKP her ne kadar iktidara gelmiş olsa bile devleti yönetecek “inançlı” kadrolarının olmadığını söylüyor. Kadro biz isek AKP’de neyin nesi? Diyen bir zihniyetin- ki tasvip edilmeyecek bir şey- tasfiye edildiğinde yerine hangi normlarda bir kadrolaşma yapılacak?

İşte Türkiye’nin çıkmazı burada…

Türkiye Cumhuriyetinin “yaşam felsefesi” bir anlamda kırmızı kitabı amiyane tabirle sakatlarla dolu ki herkes kadrolaşma, bir anlamda emeni yani “devleti kapma” peşinde.

Yine benim kıt aklımın almadığı devlet bu hınzırlardan temizlendikten sonra –her ne ise- normal normlarına döneceği yerde başka bir çetrefile bulaşmış olmasıdır. Son günlerde dedikodu kazanı hep bununla kaynıyor. Yüzükler, dosyalar, el öptürmeler… Bunlardan çeşitli manalar çıkarmalar… Ankaralı olmadığım için bunlardan netice çıkarmak gibi bir kabiliyetim yok.

Yani mahalleyi bir babadan kurtaralım derken öbür babaya teslim etmek gibi… Memleket baba kaynıyor. Bizim zamanımızda oku da adam ol derlerdi. Şimdi okuma da baba ol diyenden geçilmiyor.

Şöyle söyleyebilirsiniz; Ne yapsın AKP, asılı yoksa komşudan da mı yardım almasın.

Kaldı ki,

Bu hem AKP’nin oyunu artıracak ve hem de “kadro” sıkıntısı çekmeyecek. O zaman şu soruyu sormak vacip olmaz mı “derdin ne?” Neden bu kadar dört elle sarıldın iktidar koltuğuna?

Burada yine bir şey daha geliyor aklıma,

Bu usul, yani “iti ite kırdırmak” çözüm mü? Bu iş nereye kadar sürecek? Her ölümlünün vakti-saati var. İhtimal ki ölümlü vakti-saati bizden daha iyi biliyordur. Bir gün vazifemi tamamladım hadi bana eyvallah mı diyecek. Benim aklım öyle diyor. Şimdi gel de sorma; “Amaçlanan ne idi, gerçekleşti mi ya da neresinde kalındı?” Benim için bir sürü muamma dolu işler. Bu yarım aklımla içinden çıkmam mümkün değil.

Meral Akşener’e oldum olası hep mesafeli oldum. Ama şu sözü hiç aklımdan çıkmaz. ”Biz kırk kişiyiz bu siyasette, herkes birbirinin ciğerini bilir.”

Şimdi gel de sorma,

Bu cengâver kırk kişinin başı kim. Yoksa başıboş, yüzergezerler mi?

Siz, siz olun Ankara’nın tiyatrolarına kanmayın. Yoksa seyirden çıktıktan sonra “anaa öyle-miymiş yav” demek zorunda kalmayın. Siz en iyisi “ne kopardıksa kar” derdine düşün.

Görünen o ki…Hayatta kalmanın çaresi bu çünkü!...

 




Hiç yorum yok:

BİR HAYALİM VAR !..(son)

                          Geçen gün Tolstoy’un okumakta gecikmiş olduğum romanını okudum. Savaş ve Barış romanını… 1800’lü yılların başında ...