Hep şunu düşünürüm… AKP’nin meclise ilk girdiği seçim olan 2002 genel seçimlerinde AKP ve CHP hariç bütün partiler (DYP kıl payı kaçırdı) meclis dışında kaldı. Neden?
Görünürde
birtakım nedenler sıralanabilir. Ama bana pek tatmin edici gelmemişti. Şimdi de
gelmiyor.
AKP
seçimden sonra köylünün Ziraat Bankasına olan borçlarının faizlerini sildiği gibi,
o güne kadar çiftçinin ödediklerini de anaparadan düştü. Nerede ise tüm çiftçilerin
borçları tasfiye edilmişti. Hâlbuki seçimden önce böyle bir söz vermemişti.
Neden böyle af çıkardı?
Eğer
maksat çiftçiyi rahatlatmak ve tarıma ivme kazandırmak için idiyse Saadet
partisinin hazırladığı rapora göre bu alandaki üretici sayımız son 12 yılda %48
düşmüş.
İktidar
şöyle bir savunma yapabilir; “Biz üretici sayısını azalttık ama üretimi ve
verimliliği yükselttik.” Veriler bunun aksini söylüyor. Demek ki AKP’nin derdi
tarım değildi. Ya ne idi? Bu arada köyde yaşayanlarımızın son yirmi yılda %45’den
%10’lara düştüğünü de unutmayalım.
Diğer
içinden çıkamadığım bir konu daha var.
Cemaat
neden bu kadar güçlendi. Biz avam olarak safız, anladık. Bu devletin bilumum
yöneticileri de mi saftı? Saftılarsa, öyleyse nasıl bu devlet bu güne kadar
ayakta kaldı?
Tamam…
Bu sorularla kafayı yersin diyeceksiniz. Ama dönüp dolaşıp ucu biz garip,
guraba-ya dokunmasa gam yemeyeceğim de…
Ama
şundan adım gibi eminim, bir şeyler döndü ve dönmeye de devam ediyor. Ucu
kendilerine dokununca ne demişti AKP’li Ali İhsan Yavuz “hiçbir şey olmasa bile
kesinlikle bir şeyler oldu ama fark edemedik.” Biz guraba takımı da anladıysak
Arap olalım. Ali İhsanının sözlerini şu şekilde de okuyabiliriz. ”Bunlar bizden
baskın çıktı.”
Sonrasında
malum olaylar… 15 Temmuz öncesi-sonrası gelişmeler, didişmeler, tasfiyeler,
hainlikler, kahramanlıklar. Darbe mi değil mi? Darbe ise nasıl bir darbe?
İlkokul talebeleri bunlardan daha iyi darbe planı hazırlarlardı. Bunun üzerinde
yazıldı, çizildi. Tekrara gerek yok.
Cemaat
oldu Fetö. Allah insanı bu duruma düşürmesin. Büyükler derler ki “ihtiras
arttıkça ahlak ve akıl azalır.” Doğru söze ne denir!
Ama
şunu da unutmamak lazım, yine büyükler der ki “çocuk her şeyi büyüğünden
öğrenir.” Bunu da ben yumurtlamış olayım. “ Haddini aşan tekrarlar alışkanlık
yapar.”
Benim
kıt ama bir o kadar da şüpheci aklım, bana şu soruyu sorduruyor. Fetö devletin
her kademesine bu denli nasıl sızabildi?
Öyle
ya,
Devlet
şirket değil ki, şirketin bile kendine göre bir hassasiyeti var. Her gelen çat
kapı giremez ki!
“Efendim,
uzun yıllar sabırla çalıştılar.” Devlet dediğin 20 yıllığına kurulmuyor. Yirmi-
otuz yılda devlete sızılacaksa, demek ki devlette bir sıkıntı var. Halkın
memnun olmadığı işlerin kötü olduğu ve kötüye götüren bir devlet var ortada.
O
zaman kıt aklım bir soru daha soracak. “Devlet kimlerin elinde idi ve halkın
hiç de hoşnut olmadığı bir kadrolaşma vardı da… Birileri cesaret aldı?”
Benim
hınzır aklım AKP her ne kadar iktidara gelmiş olsa bile devleti yönetecek
“inançlı” kadrolarının olmadığını söylüyor. Kadro biz isek AKP’de neyin nesi?
Diyen bir zihniyetin- ki tasvip edilmeyecek bir şey- tasfiye edildiğinde yerine
hangi normlarda bir kadrolaşma yapılacak?
İşte
Türkiye’nin çıkmazı burada…
Türkiye
Cumhuriyetinin “yaşam felsefesi” bir anlamda kırmızı kitabı amiyane tabirle
sakatlarla dolu ki herkes kadrolaşma, bir anlamda emeni yani “devleti kapma”
peşinde.
Yine
benim kıt aklımın almadığı devlet bu hınzırlardan temizlendikten sonra –her ne
ise- normal normlarına döneceği yerde başka bir çetrefile bulaşmış olmasıdır.
Son günlerde dedikodu kazanı hep bununla kaynıyor. Yüzükler, dosyalar, el
öptürmeler… Bunlardan çeşitli manalar çıkarmalar… Ankaralı olmadığım için
bunlardan netice çıkarmak gibi bir kabiliyetim yok.
Yani
mahalleyi bir babadan kurtaralım derken öbür babaya teslim etmek gibi… Memleket
baba kaynıyor. Bizim zamanımızda oku da adam ol derlerdi. Şimdi okuma da baba
ol diyenden geçilmiyor.
Şöyle
söyleyebilirsiniz; Ne yapsın AKP, asılı yoksa komşudan da mı yardım almasın.
Kaldı
ki,
Bu
hem AKP’nin oyunu artıracak ve hem de “kadro” sıkıntısı çekmeyecek. O zaman şu
soruyu sormak vacip olmaz mı “derdin ne?” Neden bu kadar dört elle sarıldın
iktidar koltuğuna?
Burada
yine bir şey daha geliyor aklıma,
Bu
usul, yani “iti ite kırdırmak” çözüm mü? Bu iş nereye kadar sürecek? Her
ölümlünün vakti-saati var. İhtimal ki ölümlü vakti-saati bizden daha iyi
biliyordur. Bir gün vazifemi tamamladım hadi bana eyvallah mı diyecek. Benim
aklım öyle diyor. Şimdi gel de sorma; “Amaçlanan ne idi, gerçekleşti mi ya da
neresinde kalındı?” Benim için bir sürü muamma dolu işler. Bu yarım aklımla
içinden çıkmam mümkün değil.
Meral
Akşener’e oldum olası hep mesafeli oldum. Ama şu sözü hiç aklımdan çıkmaz. ”Biz
kırk kişiyiz bu siyasette, herkes birbirinin ciğerini bilir.”
Şimdi
gel de sorma,
Bu
cengâver kırk kişinin başı kim. Yoksa başıboş, yüzergezerler mi?
Siz,
siz olun Ankara’nın tiyatrolarına kanmayın. Yoksa seyirden çıktıktan sonra
“anaa öyle-miymiş yav” demek zorunda kalmayın. Siz en iyisi “ne kopardıksa kar”
derdine düşün.
Görünen
o ki…Hayatta kalmanın çaresi bu çünkü!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder