Size
ülkemizde her şey ucuzladı desem, hatamı etmiş olurum? Hele de her şeyin ateş
pahası olduğu günümüzde…
Ama
ucuzluk derinliği olmayan şeyler de demektir. “Ucuzluk” kelimesine bir de böyle
bakmak lazım.
“Ben
yaptım oldu” deyimi de bir anlamda bu kelimeye delalet ediyor. “Güç, yetki
bende, istediğimi istediğim şekilde yaparım. Kim ne diyebilir!?..”
Konuya
yaklaşımınızda, bununla alakalı çeşitli örnekler verebilirsiniz. Hem de yerimizden
hiç kalkmadan.
Ben,
daha çok hoşumuza giden başka konu ve örnekleri olsa da, konuya isimlerden
devam edeceğim.
Bana
hangi okuldan mezun olduğumu soran yeni yetme mimarlara Devlet Güzel Sanatlar
Akademisi dediğimde “orası da neresi” diye hayretler içerisinde sormadan
edemiyorlar. Ben de bu (bana göre) anlamsız soruya alıştığım için Mimar
Sinan’dan diye eklemeden edemiyorum.
Bu
isim değiştirmelerin mantığını, isimleri değiştirenlerin hangi mantıkla
isimleri değiştirdiğini (onca kafa yormama rağmen) yeterince anlamış değilim.
Bir
de -atadan-dededen gelmiş- onca eski yer ve şehir isimlerinin-o ismin
derinliğini bilmeden, önemsemeden- beğenilmeyip değiştirildiğine de şahit
olduk.
Vaktiyle
İlküvez Belediyesi kurulduğunda, teklifi İçişleri Bakanlığına yollayan teşebbüs
heyeti bir sürprizle karşılaştılar. İlküvez isminin üzeri çizilmiş yerine
“Taşkesiği” adı konmuştu. Taşkesiği adının gerekçesi de yoktu. Biz koyduk oldu.
Uzun uğraşlar sonucu yeniden isim İlküvez’e döndü. Hâlbuki öteden beri yaylaya
gidenlerin ilk üveze rastladıkları yer dolayısıyla koydukları isim. Bu arada
Üvezin ham hurmaya verilen ad olduğunu yeri gelmişken belirtelim. Başka bir adı
daha var ama adaba hürmeten bunu yazmayayım. Size bir ipucu vereyim. Biraz
fazla yediğinizde bol, bol yellenirsiniz. Çok güzel pekmezi olduğunu da
hatırlatalım.
Buradaki
kaygının buraların öteden beri Türk yurdu olduğunu betimlemek için yapıldığı
iddia edilebilir. İşi ucuzlatıp “kel alaka” isimlerin konulduğu da vakıa…
Mesela, Çilader olmuş Çaybaşı. Hadi aslı Ermenice olan ismini değiştirme
zarureti doğdu, bari yerel anlamlı bir isim koy. Çaybaşı’nda çayı bırak bazen
içmeye su bulunamıyor. Tepenin başında bir yer.
Bizim
“çokbilmiş” büyüklerimiz bu kadar hassasken ortalık yabancı kelimelerden
geçilmiyor. Halkımız da bir âlem. Onların da aşağı kalır tarafı yok. İnsan halı
yıkama dükkânının ismini (Ünye’nin çok eski adının olduğu gerekçesi ile) “Oney”
adı koyar mı, ne işine yarayacak?
Bu
arada Yunus Emre parkına zamanın belediye başkanının (turist gelir gerekçesi
ile) ONEY ismini koymak istemesini bu garibanın meclis üyesi olmam hasbiyle
karşı çıkıp Yunus Emre adını önerdiğimi belirteyim.
Dedik
ya ülkemizde her şey ucuz diye… Adam vaktiyle hayrına çeşme, camii vs.
yaptırıyor. Adını haliyle kendi adını veya anasının, babasının adını veriyor.
Ya da sülalesinin… Zamanın resmi makamı da yeter ki bu memlekete eser kazandır
diye buna cevaz veriyor.
Gün
geliyor bu eser miadı dolmuş olabilir. Yeterli hizmeti göremeyebilir ya da
eskimiş olabilir. O zaman mirasçılarına nezaketen yenilenmesi ya da tamir
edilmesi için teklif et. Güçleri yetmiyorsa yardımcı ol.
Zamanında
Cumhuriyet meydanına babamın adını yaşatacak hatırı sayılır masrafla,
projesinin de ilgili idarenin onaylaması şartı ile bir çeşme yaptırmak istedim.
Ama dedim, sonucu tahmin ettiğim için bir şartım var “ bir zaman sonra
yıkmayacaksınız.” Kabul görmedi.
Günümüzde
iktidarların reklâm aracı olmak özelliğini de taşıyor bu isimler. Zamanın yöneticisi
şehrin ihtiyacı olan bir yapı inşa ediyor. Kendi adını koymaya utandığından ya
yörenin milletvekilinin ya da iktidar partisinin genel başkanının adını
koyuyor. “Yağcılarda inecek var kabilinden…” Sonra, sonrası malum... İktidar
değişiyor, isim de değişiyor.
Neden
böyle oluyor? Yazımın girişinde de değindiğim gibi akıl, sır erdiremiyorum.
İzahı var ama zor.
SARAY
CAMİİ HİKAYESİ;
Yetmiş
yaşına merdiven dayadığım ve ömrümün altmış yılını geçirdiğim Ünye’mde beni
utandıracak bir şey yaşadım.
Öyle
ya,
Bunca
yıl yaşadığım ve üstelik mimar olarak vazife yaptığım şehri sosyal ve kültürel
olarak çok iyi bilmesi gereken ben, nasıl olurda bunu atlarım.
Geçen
hafta ÜNYE TARİH KÜLTÜR VE DOĞAL VARLIKLARI ARAŞRMA DERNEĞİ’NİN düzenlemiş
olduğu panelde yerel tarihçi AHMET KABAYEL arkadaşımızın Saray Camisi ile alakalı
konuşması vardı.
Kendisinden, Saray Camisinin bahçesine yapılan
tuvalet binasının vahim durumu bir tarafa ismi ile alakalı en az onun kadar
vahim bir gerçeği öğrenmiş olduk. Kitabesini (elbette) Arapça bilmediğimizden
önünden lal geçtiğimiz, kimin tarafından ve hangi yılda yapılmış olduğu ayan
beyan yazılı olduğu halde; camiyi, yanan sarayı yapanlar tarafından sarayla
alakalı yaptırıldığı bilgisiyle yıllarca yaşadık.
Hâlbuki
Saray Camii diye anılan camiyi KONDOROĞU HACI AHMET EFENDİ 1720 yılında
yaptırmış. Kitabesinde aynen böyle yazıyormuş. Saray ise ondan takribi 90 yıl
sonra yapılmış.
Kısaca,
rahmetlinin hakkı göz göre, göre zayi edilmiş.
Yazımın
uzaması nedeniyle sizi daha fazla sıkmamak için bu konuyu ve dersime iyi
çalışabilirsem isimlerin ne kadar önem arz ettiğini gelecek yazımda devam
edeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder