Bu Blogda Ara

22 Temmuz 2024 Pazartesi

AH BU İSİMLER!...

 











Size ülkemizde her şey ucuzladı desem, hatamı etmiş olurum? Hele de her şeyin ateş pahası olduğu günümüzde…

Ama ucuzluk derinliği olmayan şeyler de demektir. “Ucuzluk” kelimesine bir de böyle bakmak lazım.

“Ben yaptım oldu” deyimi de bir anlamda bu kelimeye delalet ediyor. “Güç, yetki bende, istediğimi istediğim şekilde yaparım. Kim ne diyebilir!?..”

Konuya yaklaşımınızda, bununla alakalı çeşitli örnekler verebilirsiniz. Hem de yerimizden hiç kalkmadan.

Ben, daha çok hoşumuza giden başka konu ve örnekleri olsa da, konuya isimlerden devam edeceğim.

Bana hangi okuldan mezun olduğumu soran yeni yetme mimarlara Devlet Güzel Sanatlar Akademisi dediğimde “orası da neresi” diye hayretler içerisinde sormadan edemiyorlar. Ben de bu (bana göre) anlamsız soruya alıştığım için Mimar Sinan’dan diye eklemeden edemiyorum.

Bu isim değiştirmelerin mantığını, isimleri değiştirenlerin hangi mantıkla isimleri değiştirdiğini (onca kafa yormama rağmen) yeterince anlamış değilim.

Bir de -atadan-dededen gelmiş- onca eski yer ve şehir isimlerinin-o ismin derinliğini bilmeden, önemsemeden- beğenilmeyip değiştirildiğine de şahit olduk.

Vaktiyle İlküvez Belediyesi kurulduğunda, teklifi İçişleri Bakanlığına yollayan teşebbüs heyeti bir sürprizle karşılaştılar. İlküvez isminin üzeri çizilmiş yerine “Taşkesiği” adı konmuştu. Taşkesiği adının gerekçesi de yoktu. Biz koyduk oldu. Uzun uğraşlar sonucu yeniden isim İlküvez’e döndü. Hâlbuki öteden beri yaylaya gidenlerin ilk üveze rastladıkları yer dolayısıyla koydukları isim. Bu arada Üvezin ham hurmaya verilen ad olduğunu yeri gelmişken belirtelim. Başka bir adı daha var ama adaba hürmeten bunu yazmayayım. Size bir ipucu vereyim. Biraz fazla yediğinizde bol, bol yellenirsiniz. Çok güzel pekmezi olduğunu da hatırlatalım.

Buradaki kaygının buraların öteden beri Türk yurdu olduğunu betimlemek için yapıldığı iddia edilebilir. İşi ucuzlatıp “kel alaka” isimlerin konulduğu da vakıa… Mesela, Çilader olmuş Çaybaşı. Hadi aslı Ermenice olan ismini değiştirme zarureti doğdu, bari yerel anlamlı bir isim koy. Çaybaşı’nda çayı bırak bazen içmeye su bulunamıyor. Tepenin başında bir yer.

Bizim “çokbilmiş” büyüklerimiz bu kadar hassasken ortalık yabancı kelimelerden geçilmiyor. Halkımız da bir âlem. Onların da aşağı kalır tarafı yok. İnsan halı yıkama dükkânının ismini (Ünye’nin çok eski adının olduğu gerekçesi ile) “Oney” adı koyar mı, ne işine yarayacak?

Bu arada Yunus Emre parkına zamanın belediye başkanının (turist gelir gerekçesi ile) ONEY ismini koymak istemesini bu garibanın meclis üyesi olmam hasbiyle karşı çıkıp Yunus Emre adını önerdiğimi belirteyim.

Dedik ya ülkemizde her şey ucuz diye… Adam vaktiyle hayrına çeşme, camii vs. yaptırıyor. Adını haliyle kendi adını veya anasının, babasının adını veriyor. Ya da sülalesinin… Zamanın resmi makamı da yeter ki bu memlekete eser kazandır diye buna cevaz veriyor.

Gün geliyor bu eser miadı dolmuş olabilir. Yeterli hizmeti göremeyebilir ya da eskimiş olabilir. O zaman mirasçılarına nezaketen yenilenmesi ya da tamir edilmesi için teklif et. Güçleri yetmiyorsa yardımcı ol.

Zamanında Cumhuriyet meydanına babamın adını yaşatacak hatırı sayılır masrafla, projesinin de ilgili idarenin onaylaması şartı ile bir çeşme yaptırmak istedim. Ama dedim, sonucu tahmin ettiğim için bir şartım var “ bir zaman sonra yıkmayacaksınız.” Kabul görmedi.

Günümüzde iktidarların reklâm aracı olmak özelliğini de taşıyor bu isimler. Zamanın yöneticisi şehrin ihtiyacı olan bir yapı inşa ediyor. Kendi adını koymaya utandığından ya yörenin milletvekilinin ya da iktidar partisinin genel başkanının adını koyuyor. “Yağcılarda inecek var kabilinden…” Sonra, sonrası malum... İktidar değişiyor, isim de değişiyor.

Neden böyle oluyor? Yazımın girişinde de değindiğim gibi akıl, sır erdiremiyorum. İzahı var ama zor.

SARAY CAMİİ HİKAYESİ;

Yetmiş yaşına merdiven dayadığım ve ömrümün altmış yılını geçirdiğim Ünye’mde beni utandıracak bir şey yaşadım.

Öyle ya,

Bunca yıl yaşadığım ve üstelik mimar olarak vazife yaptığım şehri sosyal ve kültürel olarak çok iyi bilmesi gereken ben, nasıl olurda bunu atlarım.

Geçen hafta ÜNYE TARİH KÜLTÜR VE DOĞAL VARLIKLARI ARAŞRMA DERNEĞİ’NİN düzenlemiş olduğu panelde yerel tarihçi AHMET KABAYEL arkadaşımızın Saray Camisi ile alakalı konuşması vardı.

 Kendisinden, Saray Camisinin bahçesine yapılan tuvalet binasının vahim durumu bir tarafa ismi ile alakalı en az onun kadar vahim bir gerçeği öğrenmiş olduk. Kitabesini (elbette) Arapça bilmediğimizden önünden lal geçtiğimiz, kimin tarafından ve hangi yılda yapılmış olduğu ayan beyan yazılı olduğu halde; camiyi, yanan sarayı yapanlar tarafından sarayla alakalı yaptırıldığı bilgisiyle yıllarca yaşadık.

Hâlbuki Saray Camii diye anılan camiyi KONDOROĞU HACI AHMET EFENDİ 1720 yılında yaptırmış. Kitabesinde aynen böyle yazıyormuş. Saray ise ondan takribi 90 yıl sonra yapılmış.

Kısaca, rahmetlinin hakkı göz göre, göre zayi edilmiş.

Yazımın uzaması nedeniyle sizi daha fazla sıkmamak için bu konuyu ve dersime iyi çalışabilirsem isimlerin ne kadar önem arz ettiğini gelecek yazımda devam edeyim.

 

 

Hiç yorum yok:

BİR HAYALİM VAR !..(son)

                          Geçen gün Tolstoy’un okumakta gecikmiş olduğum romanını okudum. Savaş ve Barış romanını… 1800’lü yılların başında ...