Benim
bir Ulu Büyük Dedem vardı. Ömr-ü hayatım boyunca zaman zaman ondan feyiz
alırım. Bunu kadim dostlarım ve eski okuyucularım gayet iyi bilirler. Hatta
küçümseme edasıyla bazen bu senin fikrin mi yoksa Ulunun mu diye de sorarlar.
Ulu
Büyük Dedem, bazen bir şeye hayret ettiğinde “bir garip mahlukat şu insanoğlu”
derdi. Aslında bu lafının altında biraz da hayretten çok “fazla değer vermeye
değmez” kabilinde bir küçümseme vardı.
Geçen
gün bir arkadaşım bir şeylerden dem vurduğumda “sıkma canını, kalbini föltek
tut” dediydi.
Onun
da söylediği teselli kabilinden…
Yine
bir arkadaşımla gecenin ilerlemiş bir vaktinde sohbetin derinliğine dalmışken
“yahu aslında insanlar akıllı geçinen aptallar” dediğimde… Arkadaşım yerinden
zıpladı “biraz ağır olmadı mı?”
Biraz
ağır oldu olmasına da… Felsefe ilmi hakkında iki satır yazı okumamış birinin
böyle bir kelam yumurtlaması olağan sayılmalı aslında.
Ama
azizlerim,
Tarihin
bilmem hangi devrinde, insan varlığının parmakla sayıldığı zamanlarda yaşamış
Aristoları, Sokratesleri, Eflatunları bilmem kaç milyar insana hala referans
oluyorsa haksız-mıyım yani.
İçinizden
“ama bilimin bu denli gelişmesi insanoğluna hiç mi yaramadı, gelişmesine vesile
olmadı?”
Diye
sorduğunuzda,
“Size
şu soruyu sormama müsaade edin” derim.
Cengiz
Hanın oklarıyla şehirleri dümdüz edip insanları kan gölünde boğmasıyla, Hitler’in
panzerleri ile yaptığının ya da Netanyahu’nun füzeleri ile yaptığı arasında ne
gibi mantıksal fark var?
Kıt
aklımla şu neticeye varıyorum,
İnsan
molekülü yaratılıştan beri aynı. İşin tuhaf tarafı, üzerinde ne kadar
çalışılırsa çalışılsın molekülün yapısı değişmiyor. Değiştirilmeye
çalışıldığında da o insan değil, başka bir şey oluyor.
Geçen
gün bir yazıda okumuştum. İnsanın ürettiği yapay zekâ yalan söylemeye başlamış.
Demek ki insanın huyu ona da bulaşmış.
Din
alimleri buna ne tepki verirler bilemem, ama gerçek değil mi? Yüce yaradan bizi
hizaya sokmak için sayısız peygamberler göndermiş. Demek ki molekül değişmeden
bu iş olmayacak. Değişmeyeceğine göre…
Eskiden
bir şeyler olur, dağ başındaki garip seneler sonra öğrenir, iş işten geçtiği
içinde kabullenir “büyüklerimiz öyle takdir etmiş” derdi.
Şimdi
öylemi…
Büyüklerimiz
daha leb demeden leblebiyi midemize indiriyoruz. Yahu dur bakalım adam ne
diyor? Demeden teorilerimizi sıralıyoruz. Büyüklerimiz de bu işi bildiğinden
“dur bakalım ne olacak” diye koltuğuna kurulup kahvesini yudumluyor.
Yazım
siyasete doğru kayıyor galiba,
Dedim
ya… Dünya eski dünya değil diye. Trump’ın yellendiğini memleketin en ücra ağaç
dibinde keyif çatan sağır Memed bile duyuyor. “Acaba kokusu nasıldı. Yediği
fasulye Akkuş Fasulyesi miydi?” Yahu Akkuş Fasulyesi Amerika’da ne arasın?
Bunlar
zararsız şeyler. Bir de az buçuk mürekkep yalamış, sosyal medya hastalığı da
varsa döktürüyor mübarek.
Bir
de biz guraba insanların yüceltme hastalığı var. İlla yücelteceğiz ki uğruna
meftun olduğumuzun değerine paye biçilmesin.
Yahu
meftun olduğunun yetiştiği toprağa, geçtiği yollara bak. Çekeri buna elverişli
mi? “Yok arkadaş, bildiğin gibi değil. Allah vergisi, seçişmiş adam.”
Allah’ın
hikmetinden sual olunmaz gerçi.
Lakin
Allah
hep böylelerini mi seçip, önümüze koyuyor?
Bir
fıkra ile işi bitirelim,
Ağanın
biri köyünde aklı kıt delikanlıya “köyün meydanında her gün bana söveceksin ve
parsayı sen toplayacaksın” der. Delikanlı ağanın isteğini yerine getirir.
Narasını atar, parsayı toplar, ağaya da payını getirir. Derler ki, “ağam bu ne
iştir?
Ağa
derki “o hükmünü yerine getiriyor. Haracı ben almıyorum o alıyor. Vakti gelince
de köylüyü ondan kurtarıp ağalığımı göstermiş olacağım. Köylü de bana minnet
duyacak. Hem de aklı kıtın ileride yapacağı densizlikten kurtulmuş olacağım.”
Yahu,
Milyarlarca
dolar yatırım yapacağım, yıllarca emek sarf edeceğim… Sonra gelip “Büyük
Türkiye.” Diyeceksin.
Olur,
üstüne bir de kaymaklı kadayıf.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder