“Maviler ve Yeşiller” başlıklı yazımın devamını gündemin her gün değişmesinden ve takip
etmekte zorlandığımızdan dolayı… Bir türlü kaleme alamadım. Ortam
sakinleştiğinde-ki daha bir süre sakinleşeceğini zannetmiyorum- devam ederim.
1990'lı yılların başları…
Sovyetler
Birliği ilgililerin bildiği ama biz avam takımının bilmekte zorluk çektiği bir
yöne doğru gidiyor.
Sovyet
İmparatorluğuna bağlı cumhuriyetlerde halk çeşitli talepler altında miting
düzenliyordu. Bunlar gayet masum, bildik isteklerdi. Hak, hukuk, adalet
(ilerleyen zamanlarda) özgürlük gibi… O zamanlar demokrasi daha moda değildi!
Azerbaycan
da bu akımdan en çok nasiplenenlerin başında geliyordu. Yüz binlerce halk her gün
Halk Cephesi öncülüğünde Azaldık Meydanında toplanıyor, coşkuyla taleplerini
seslendiriyordu.
O
demir yumruk Sovyet rejimi birdenbire yumuşamış, bu tür gösterilere kendisinden
beklenmeyecek derecede kucak açıyor, anlayış gösteriyordu.
Halk
Cephesi Komünist Parti hariç bütün kesimlerin iştirak ettiği, adeta yılların
partisi imiş gibi mitingleri gayet profesyonelce idare edip, yönlendiriyordu.
Malum olduğu gibi başında Türk milliyetçisi Ebulfez Elçibey vardı.
1991
yılında daha Sovyetler Birliği resmen tarihe karışmadan Bakü’ye gittiğimde
misafir olduğum arkadaşım (kendisi de bu gösterilere katılmıştı) Azaldık
Meydanındaki bu gösterilerin Türkiye’den gelenler tarafından organize
edildiğini ve kürsüden konuşmalar yaptığını söylemişti. Hatta en çok konuşma
aralarında çalınan Mehter Marşlarından çok etkilendiğini ifade etmişti.
Nitekim
her tarafta Türk bayrakları asılıydı. Sahildeki çay bahçelerinde Nilüfer’in
seslendirdiği şarkılar ile Müşerref Akay’ın Türkiye’m şarkısı çalınıyordu.
Zaman-zaman da Ayten Alpman’ın Memleketim şarkısını da duyuyorduk. Anlaşılan o
ki; Türkiye bu konuda Azerbaycan’da öncülük ediyordu.
O
yıllarda Türkiye’de Azerbaycan’daki bu hadiseleri coşkuyla karşılıyor, hayaller
kuruyorduk. Türk dünyası özgürlüğüne kavuşacak ve kardeşlerimize kavuşup Türk
Birliği kuracaktık.
Sonrası
malum; Sovyetler Birliği yıkıldı, Azerbaycan bağımsızlığını kazandı, Elçibey
Cumhurbaşkanı oldu. Sonra makamı bırakmak zorunda kaldı, yerine Haydar Aliyev
geçti. Baba Aliyev’den sonra da oğul İlham Aliyev cumhurbaşkanı oldu, hala iş
başında.
Bunlar
işin yönetim kısmı. Azerbaycan’ın ekonomik yapılanması petrol üzerine… Dünyanın
dev petrol şirketleri Bakü’ye yerleştiler, çeşitli ortaklıklar vasıtası ile
petrolü kontrol eder hale geldiler. Türkiye’ye de ufak paylar verdiler. Kenarda
durmasın kabilinden…
Türkler
devrimden sonra Azerbaycan’da hangi konumda mı oldular? Önce eğitimle ve
basınla girdiler. Peşinden ufak sermaye sahipleri ve sanatkârlar ve
müteahhitler girdiler. Sonra, zaman geçtikçe Azerbaycanlılar yeni sisteme vakıf
oldukça, Türkiye’den gidenlerin işi zorlaştı. Eğitim ve basın tasfiye oldu.
Küçük esnaf geri döndü, müteahhitlerin ayakta kalanları hala iş yapmaya
çalışıyorlar. Yani Türkiye ticarette en aşağılara indi. Kültürel faaliyetler
konusunda Azeriler etkileniriz korkusuyla çok cevaz vermiyorlar. Ama Rus
kültürü geçmişin ağırlığı ile hala geçerli.
Şöyle
bir gözlemim olmuştu;
90’da
her tarafta Türkiye’nin etkisi buram-buramken, 2003’te gittiğimde %25’lere
düşmüş, 2013’te nerede ise görünmez olmuştu. Şimdi ne haldedir bilmiyorum.
Kısaca,
sanat, ticaret ve kültürel faaliyetler gerilemiş yalnız bir tek şeyle kalmışız.
O da Azerbaycan ordusunun askeri eğitimi.
Bir
şey daha olmuş. 2000’li yılların ortalarında İsrail sistemin korunması ve silah
üretimi konusunda Azerbaycan’a ayak basmış. Hala sürdürüyor.
Kısaca,
Tarihi
misyonumuz ve genetik yapımızla Azerbaycan’ın teşkilatlanmasını sağlamışız. Ama
Ticaret, sanayi gibi ekonomik faaliyetler ile kültürel etkileşimlerde yokuz.
Gelelim
sadede,
Suriye’de
ve buna bağlı olarak Kuzey Irak’ta neler oluyor? Yine tarihin tekerrürü yeni
söylemlerle gün yüzünde... Terör bitecek, analar ağlamayacak, demokrasi
gelecek. PKK belasından kurtulacağız. Bölge halkı bayram edecek. Terörden
kurtulmayı kim istemez? Ya da pasaportsuz, yıllarca Kerkük diye ağıtlar
yaktığımız yerlere barış içerisinde neden seyahat etmeyelim?
Geçen
günlerde “Delphi Forumu” Süleymaniye’de bir konferans düzenledi. Bu forum sivil
ve Yunanistan kökenli… Çoğunluğu batıdan olan konuşmacılar arasında Irak Kürt
bölgesine kamu görevlisi sıfatıyla giden Türkiye’den Ahmet Davutoğlu da
katıldı.
Yani
Yunan kökenli bir forum ve katılanlar belli. Demek ki bölgedeki gelişmeler
sadece terörle alakalı değil!.. İşin ekonomik boyutu arkadan geliyor.
Şimdi,
verileri sayalım ve yorumunu siz okuyucularıma bırakayım.
1-
Önce
bölgenin etnik analizini yapalım,
Suriye’ni doğusu; Boşaltılmış ve nüfusun
çoğunluğu Kürt olan bölge. Yani Kürt bölgesi haline gelmiş (şu anda 1,5 milyon
civarında). Kuzey Irak zaten Kürt bölgesi… Kuzeyde de Diyarbakır.
2-
Coğrafi
konumunu yazalım,
Suriye’nin doğusu; Dicle nehri yani su, boş,
tarıma uygun topraklar… Kuzey Irak petrolü, Fırat nehri yani su ve verimli
topraklar.
Şunları da not olarak ekleyelim,
Her
şey müsait. Sorun terördü. O da halledildi. (Terör emellerin gerçekleştirilmesi
için vardı zaten) Geri kalan ekonomik yatırımlar. O da zaten batıda mevcut.
Kavga oraların yönetim ve güvenliğinin nasıl sağlanacağı üzerine. Kavga onun
kavgası. Şunu da not olarak belirtelim; Buralar Türklere, Kürtlere ve Araplara
bırakılamayacak kadar değerli. Farisileri İran’a hapsetmek de var işin içinde.
O zaten halledildi gibi...
Bir
de,
Biz
Türklerin teşkilatçılığına rağmen ekonomi, kültürel ve sanatsal iletişimlerde
bir hayli zayıfız. Bunu ben değil tarih ve bilim adamları söylüyor. Yani
günümüz modası ile “yumuşak güç” noksanlığı. Onsuz da maalesef iş neticeye varmıyor.
Dünya iki yüz yıl önceki dünya değil.
Daha
ne diyeyim? Geri kalan sizin hayal gücünüze kalmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder