mıyız?”
Mimarlık hayatımda ( eğitim yıllarım da dâhil) yıllar bana meslek hayatımla ilgili çok şeyler
öğretti.
Bunlar mimarlık sanatı kadar hayatla ilgiliydi de…
Kişinin mimarlık sanatıyla alakalı kabiliyeti, aldığı eğitim kadar günlük hayatındaki mimarlık alanı
haricindeki yaşadıklarından da kaynaklanır.
Burada kişinin yani mimarlık mesleğini seçmiş mimarın kabiliyeti kadar entelektüel kişiliği ile de
önemli rol oynar.
Yaşadığı çevrenin sosyal yapısı, hayat felsefesi, teknolojik imkânları kısaca yaşadığı çevrenin
“hayat gerçeklerini” bilmeli o da yetmez analiz edebilmelidir.
Kısaca “toplum olarak nerelerden geldik ve nerelere gidiyoruz?” Bu soruyu her daim kendisine
sormalı, cevaplarını aramalıdır.
Okul talebeye mimarlık eğitimi verirken bunları “es geçer.” Bizim ülkemizde böyle, diğer ülkeler
nasıl bilemiyorum.
Yıllar içerisinde birçok olaylarla karşılaştım, bunlardan dersler çıkarmaya çalıştım.
Fakültede bitirme projemi kurula sunarken diğer hocalardan biri bana projem üzerine bir soru
sormuştu. Grup hocama medet uman gözlerle bakarken hocam “bana bakma mimar olacak
adam önce projesini savunmasını öğrenmeli” demişti. Fakültedeki dört yılımın sonunda bana
verilen ilk ve en büyük dersti.
Öyle ya, eser onu meydana getiren mimarın her şeyi idi. Altına imzasını attığı projesinin kefiliydi.
Nasıl ki bir yazarın yazdığı roman onun her şeyi ise proje de çizgilerden ibaret basit bir kâğıt
parçası değildi. Onun bir ruhu vardı, o ruhu veren de mimardı.
Bana ikinci büyük dersi veren bir belediye başkanı idi.
İlküvez belediye hizmet binasını projelendirdim. Amacım çevrede parmakla gösterilecek yıllar
geçtikçe sanatsal değerinden bir şey kaybetmeyecek bir eser meydana getirmekti.
Belediye işime hiçbir şekilde karışmadı, isteklerde bulunmadı. Özene, bezene projeyi çizdim,
belediyeye teslim ettim.
Temeller atıldı, bina zemin üzerinde boy göstermeye başladı. Birkaç ay sonra merak ettim bir
gidip bakayım dedim.
Binanın çizdiğim proje ile hiç alakası yoktu. Başkan Mehmet Tombaş’a serzenişte bulundum.
Dedi ki “ Yakup seni anlıyorum, en güzelini yapmak için didindiğini de biliyorum. Bu konuda sana
müteşekkiriz. Ama hiç düşündün-mü İlküvez’in şartları bu projeyi yapmaya yani parasal kaynağı,
kalifiye ustası, malzeme tedariki bunlara elverişli mi?”
Anladım ki,
Mimar projesini yaparken mal-ü hülyalara dalmamalı.
Mimar Sinan’ın ilk büyük eserini neden elli küsur yaşında yapabildiğini o zaman anladım.
Bana ders oldu.”Mimar yaşadığı çevreyi çok iyi tanımalı ve gerçeklerini çok iyi bilmeli.”
Mesleğimin ilk yılları... Bir müşterim doğal olarak kendi evinin sahibi olmak için yıllarca para
biriktirmiş. Çoluk-çocuk ev ahalisi ile birlikte evinin şekli ile alakalı hayaller kurmuş. Haklı da…
Üstelik bir kâğıda da çiziktirmiş. Elime tutuşturdu “aynısını istiyorum” dedi.
Sırf müşteriyi memnun etmek uğruna arsa şartlarına uydurdum. Projeyi çizdim. Müşteri geldi,
projeye baktı, yüzünü buruşturdu. “Ama ben böyle hayal etmemiştim.”
Grup hocam aklıma geldi “evladım mimar olacak adam önce eserini savunmasını öğrenmeli.”
Kısaca eserime kefil olmaydım. Ama ortada kefil olunacak eser yoktu.
Ama bir konu daha vardı. Müşteriyi nasıl ikna edecektim. İkna etmem için onu iyi analiz
etmeliydim.
Dedim ki,
“Yakup mimarlık sanatı mal-u hülyalara dalıp bir şeyler çiziktirmek değildir. İnsanların ruh halini
tanıyacaksın, yaşadığın toplumu iyi analiz edeceksin, toplumun nerelere doğru yol aldığını takip
edeceksin, teknolojik gelişmeleri iyi takip edeceksin.”
Kısaca önce ülkemin aydını olmalıydım… Sonra da mimarı…
Bu yazımı aklıma geldikçe güldüğüm ama bir o kadar da hüzünlendiğim bir anımla bitireyim.
Fakülte ikinci sınıftayım. Rahmetli ağabeyim bana bir vaziyet planı gönderdi. Fevzi Çakmak mh.
Karayolu kıyısında bir arsa, iki yanı bitişik nizam, buraya beş katlı bina projesi çizmemi istedi.
Çizdim, çizdim ama apartmanın giriş kapısını zemin kattaki dükkânı zayi etmemek için bitişik
cepheden yani komşu arsadan verdim. Sora not düştüm.”Vaziyeti idare et.”
Odur budur vaziyeti idare edip gidiyoruz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder