Bana ulaşan okurlarımın yazılarım konusunda iki ortak fikirleri var.
Birincisi geçmişe ve hatta Sovyet dönemine kadar uzanan vurgular yaptığımı, örneklemeler
verdiğimi; ama bugünün konularıyla bir alakasının olamayacağını…
İkincisi ise, anlatmak istediklerimi soyut kavramlar kullanarak ifade ettiğimi söylerler.
Elbette,
Yakın geçmişin ve günlük olayların önemi büyük. Hesapta olmayan, oyun içerisinde gelişen
konulara göre olayların gelişeceğini ve yönünün değişebileceğini göz ardı etmiyorum.
Mesela;
Sovyetler Birliği’nin yıkılışını Gorbaçov’a yani onun “serbestlik ve açıklık” politikalarına
bağlayarak konuyu basite indirgemiş olmuyor-muyuz?
Gorbaçov diye aydın fikirli bir lider çıkıyor “olmaz böyle şey” diyerek sihirli değneği ile dokunup
Sovyet rejimini değiştiriyor. Sonrası malum. Koskoca Sovyetler Birliği tarihe gömülüyor.
Şu soruyu sormamız gerekmez mi? Bu denli uzağı gören bir lider sonunda Sovyetlerin
yıkılacağını neden öngöremedi?
Bu soru Sovyetlerin yıkılışından bu yana hep zihnimi kurcalar. Her zaman bu soruma cevaplar
ararım. Komplocu huyumu da katarak…
Dünya gerek teknoloji olarak gerekse düşünce olarak devamlı gelişiyor. Ancak dünya ölçeğinde
bir felaket yaşanırsa sil yeni baştan yapılabilir. Tabii yeryüzünde insan denilen canlı kalırsa…
Toplumlar devamlı gelişme halinde olduğuna göre; Biz avam neslinin aklına hiçbir zaman şu
soru gelmedi.
“İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyetlerin yıkılışına kadar dünya tam kırk beş yıl giderek
durağan hale geldi. Hâlbuki (her ne kadar gelişmelerden toplum yeterinde faydalandırılmasa
bile)her türlü teknoloji ve buna bağlı olarak insan düşüncesi gelişti. Bu böyle gitmezdi.
Birincisi teknolojiyi geliştiren şirketler bunu kazanca dönüştürmek isteyeceklerdir. Sabırları
nereye kadar olacaktı?
İkincisi Sovyet bloğu bu cendereye daha ne kadar dayanacaktı?
Gerisi yani yaşananlar bana göre teferruat.
Asıl sorumuzu soralım.
Birdenbire her türlü teknolojinin gemi azıya alması, dünyanın giderek küçülmesi insan düşünce
ve yaşamında dolayısıyla toplumlarda, buna bağlı olarak devlet yönetim sistemlerinde köklü
değişiklikler kaçınılmaz olacaktır. Nitekim Dünya bu çalkantılar içerisinde.
Elbette ülkemiz yani devletimiz dünyadan azade değil. Ekonomi, teknoloji bir yana eğitim yılı
ortalamasında (2022 verilerine göre) 37 OECD ülkeleri arasında 29. sırada. Bir de eğitim
kalitesi dikkate alındığında durum hep vahim.
Böyle bir eğitim düzeri olan ve geçmişi çalkantılarla geçmiş bir ülkenin siyasetinden, toplumsal
aksiyonuna, basınından gündelik yaşamına hep orta ölçeklidir. Yani var olma savaşı veren bir
ülke değil kırk-elli yılını, beş-on yılını bile planlamaktan yoksundur.
Size yine geçmişten bir örnek vereyim,
İkinci Dünya Savaşından sonra Dünya bölüşüldü. Küçük ülkeler gıkını çıkaramadı. Ülkemize
gelince; Sovyet tehdidinden dolayı önce çok partili sisteme geçtik. O yetmedi, NATO’ya girmek
için Kore’ye asker göndermek zorunda kaldık.
Siyasilere sorsanız “amaç geleceği parlak gelişmiş bir ülke yaratmak.”
2000’li yıllarda %45’i köylü olan bir toplumu siyasetçiler ülkeyi arşa çıkarıyorlardı. Bugün köylü
nüfusumuz %10 indi. İndi inmesine de şehre göç etmekle şehirli olunmuyor ki!..Uydur-uydur
millete cenneti vaat et. Şunu da hatırlatayım. İktidarı, muhalefeti ve bilumum vatandaşlar
olarak romanın irili -ufaklı kahramanlarıyız.
Prompterden okumak kolay… Acaba prompterdekini kimler ve neden yazdı? Bir de romanın
sonunda ne olacak? Asıl önemli olan bu…
Ah bir bilsem... Komploculuğum henüz o kadar gelişmiş değil. Malum orta gelişmişlikte bir
ülkede yaşıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder