Bu Blogda Ara

18 Haziran 2024 Salı

GÖRÜNENLER DOĞRU MU?




Bana ulaşan okurlarımın yazılarım konusunda iki ortak fikirleri var.

Birincisi geçmişe ve hatta Sovyet dönemine kadar uzanan vurgular yaptığımı, örneklemeler

verdiğimi; ama bugünün konularıyla bir alakasının olamayacağını…

İkincisi ise, anlatmak istediklerimi soyut kavramlar kullanarak ifade ettiğimi söylerler.

Elbette,

Yakın geçmişin ve günlük olayların önemi büyük. Hesapta olmayan, oyun içerisinde gelişen

konulara göre olayların gelişeceğini ve yönünün değişebileceğini göz ardı etmiyorum.

Mesela;

Sovyetler Birliği’nin yıkılışını Gorbaçov’a yani onun “serbestlik ve açıklık” politikalarına

bağlayarak konuyu basite indirgemiş olmuyor-muyuz?

Gorbaçov diye aydın fikirli bir lider çıkıyor “olmaz böyle şey” diyerek sihirli değneği ile dokunup

Sovyet rejimini değiştiriyor. Sonrası malum. Koskoca Sovyetler Birliği tarihe gömülüyor.

Şu soruyu sormamız gerekmez mi? Bu denli uzağı gören bir lider sonunda Sovyetlerin

yıkılacağını neden öngöremedi?

Bu soru Sovyetlerin yıkılışından bu yana hep zihnimi kurcalar. Her zaman bu soruma cevaplar

ararım. Komplocu huyumu da katarak…

Dünya gerek teknoloji olarak gerekse düşünce olarak devamlı gelişiyor. Ancak dünya ölçeğinde

bir felaket yaşanırsa sil yeni baştan yapılabilir. Tabii yeryüzünde insan denilen canlı kalırsa…

Toplumlar devamlı gelişme halinde olduğuna göre; Biz avam neslinin aklına hiçbir zaman şu

soru gelmedi.

“İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyetlerin yıkılışına kadar dünya tam kırk beş yıl giderek

durağan hale geldi. Hâlbuki (her ne kadar gelişmelerden toplum yeterinde faydalandırılmasa

bile)her türlü teknoloji ve buna bağlı olarak insan düşüncesi gelişti. Bu böyle gitmezdi.

Birincisi teknolojiyi geliştiren şirketler bunu kazanca dönüştürmek isteyeceklerdir. Sabırları

nereye kadar olacaktı?

İkincisi Sovyet bloğu bu cendereye daha ne kadar dayanacaktı?

Gerisi yani yaşananlar bana göre teferruat.

Asıl sorumuzu soralım.

Birdenbire her türlü teknolojinin gemi azıya alması, dünyanın giderek küçülmesi insan düşünce

ve yaşamında dolayısıyla toplumlarda, buna bağlı olarak devlet yönetim sistemlerinde köklü

değişiklikler kaçınılmaz olacaktır. Nitekim Dünya bu çalkantılar içerisinde.

Elbette ülkemiz yani devletimiz dünyadan azade değil. Ekonomi, teknoloji bir yana eğitim yılı

ortalamasında (2022 verilerine göre) 37 OECD ülkeleri arasında 29. sırada. Bir de eğitim

kalitesi dikkate alındığında durum hep vahim.

Böyle bir eğitim düzeri olan ve geçmişi çalkantılarla geçmiş bir ülkenin siyasetinden, toplumsal

aksiyonuna, basınından gündelik yaşamına hep orta ölçeklidir. Yani var olma savaşı veren bir

ülke değil kırk-elli yılını, beş-on yılını bile planlamaktan yoksundur.

Size yine geçmişten bir örnek vereyim,

İkinci Dünya Savaşından sonra Dünya bölüşüldü. Küçük ülkeler gıkını çıkaramadı. Ülkemize

gelince; Sovyet tehdidinden dolayı önce çok partili sisteme geçtik. O yetmedi, NATO’ya girmek

için Kore’ye asker göndermek zorunda kaldık.

Siyasilere sorsanız “amaç geleceği parlak gelişmiş bir ülke yaratmak.”

2000’li yıllarda %45’i köylü olan bir toplumu siyasetçiler ülkeyi arşa çıkarıyorlardı. Bugün köylü

nüfusumuz %10 indi. İndi inmesine de şehre göç etmekle şehirli olunmuyor ki!..Uydur-uydur

millete cenneti vaat et. Şunu da hatırlatayım. İktidarı, muhalefeti ve bilumum vatandaşlar

olarak romanın irili -ufaklı kahramanlarıyız.

Prompterden okumak kolay… Acaba prompterdekini kimler ve neden yazdı? Bir de romanın

sonunda ne olacak? Asıl önemli olan bu…

Ah bir bilsem... Komploculuğum henüz o kadar gelişmiş değil. Malum orta gelişmişlikte bir

ülkede yaşıyorum.

Hiç yorum yok:

BİR HAYALİM VAR !..(son)

                          Geçen gün Tolstoy’un okumakta gecikmiş olduğum romanını okudum. Savaş ve Barış romanını… 1800’lü yılların başında ...