Bütün
ideolojiler topluma yaşam felsefesi sunarlar. Toplumun nasıl kalkınacağını,
huzur ve güvenlik içerisinde yaşamlarını nasıl sürdürebileceklerine dair yol
gösterirler.
Dolayısıyla
-devletlerin rejimlerine göre-iktidara gelmek için de toplumları ikna etmek
isterler. İkna etmek için propaganda yaparken legal veya illegal yollarla iktidara
gelmenin mücadelesini verirler.
Geçtiğimiz
yüzyıl ideolojiler yüzyılı idi. Belli başlı ideolojiler, komünizm,
milliyetçilik, faşizm, liberalizm ve dini ideolojilerdi.
İdeolojiler
iki kaynaktan beslenirler. Birincisi toplumun yönetimden memnuniyetsizliği…
İkincisi karşıt ideolojilerin zaafları.
Burada
toplumun inançları ve kültürleri çok önemli değildir.
Mesela,
Karşıt
ideolojiler iktidarda dini referans alan iktidar varsa- ki bugün ülkemiz böyle-
onun hatalarını, suistimallerini din üzerinden eleştirirler/yargılarlar.
İktidarın
suistimallerini, yolsuzluklarını, hakkaniyetsiz davranışlarını ve hatta
beceriksizliklerini dine bağlarlar.
Mesela,
“Hz. Ömer adaletini dillerinden düşürmezler ama her türlü haksızlığı
yapıyorlar” derler.
Bir
de konunun başka yönü vardır. Dindarlar, dini kendine referans almış düşünürler
ve siyasetçilerin yıllarca yaptıkları mücadelelerden sonra savundukları parti
iktidara geldiklerinde, uğradıkları hayal kırıklığından sonra “biz böyle
düşünmemiştik” derler. “Dünün Mücahit’i bugünün müteahhiti oldu” derler.
Halbuki,
Bütün
ideolojiler gibi ideolojik muhafazakarlık da toplumun inancını, kültürünü kâra
tahvil etmek için yaptıkları propagandadan başka bir şey değildir. Yukarıda da
değindiğimiz gibi onlar da halkın bu konudaki gayr-i memnuniyetsizliklerini
kullanarak parlak, aydın ufuklar sunarlar. Toplum parti yöneticilerinin genel
karakterlerini, parti yöneticilerinin yetişme şartlarını, parti
teşkilatlanmasını sorgulamazlar. Onlar için (biraz da çaresizlikten) aydın
ufukların hayali vardır. Halk için parlatılmış, idolleştirilmiş, her şeyi bilen
ve düşünen rehberler sayesinde ülke mükemmel hale gelecektir.
Düşünmezler
ki,
Ülkenin
ve dünyanın şartları buna uygun mu? Temel sorun ülkenin genel yapılanması mı
yoksa yapılanma mükemmel de iktidardakiler mi hain?
Yoksa,
mevkiye, makama, zenginliğe hasret kalmışların kumarı mı?
Sonuçta,
İş
öyle bir hale gelir ki… İktidara gelen iki şey düşünür. Birincisi derler ki,
ülke kaynaklarını bugüne kadar onlar kullandı, şimdi de bizim hakkımız. Yani
ülke onlar için memleketten çok hâkim olunması ve kar edilmesi gereken
“şirkettir”. İkincisi, iktidarda kalınması ve kutsal dava uğruna yapılan her
şey mübahtır. Gerekçe de hazırdır. “Ülke hainlerin eline geçmesin.”
Halbuki
bu dinin ideoloji haline getirilmesinden başka bir şey değildir. Din önce
bireyin mükemmelliğini savunur. Din bu şekilde inanç haline gelir. Kısaca din
birey için mükemmelliğe giden yoldur. Din içerisindeki uygulamalar
ayrıntılardır ve zaman içerinde kültür haline gelir.
Siyaset
halkın inanç ve kültürü haline gelmiş uygulamaları (aleyhte veya lehte)
kullanarak amacı uğruna dinin genel yapısını yani halkın kültür yapısını bozar.
Sonuçta toplum kimliksiz, ne zaman nasıl davranacağını bilmeyen yığınlar haline
gelir. Dini ritüeller içi boş, şekilden ibaret kavramlar haline gelir. Ya da
sırf kendi hakimiyetine renk vermek için yeni kutsallar ve ritüeller uydurur,
yasaklar koyar. Sonuçta toplumda inanca saygı duymak yerine nefret oluşur.
Kısaca,
Yemeğe
bismillah ile başlamak, cümlenin başına ya da sonuna inşallah koymak o yemeği
helal ya da cümleyi kutsal kılmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder