Bu Blogda Ara

3 Ekim 2024 Perşembe

BİR HAYALİM VAR !..(2)

 

KURTARICILAR GERÇEKTEN KURTARIR MI?

Sovyetlerin kuruluş yıllarına… 1920’lere gidelim.

1917’deki komünist devriminden sonra çarlık tasfiye edildi. Yerine Komünist rejim kurulunca, ülkenin sosyal ve siyasal yapısı sil baştan yapıldı. Krallık kaldırılmış, büyük toprak sahipleri ve tüccar sınıfı tasfiye edilmiş, zaman içerisinde köylünün elindeki bütün topraklar devletleştirilmiş, dini kurumlar en aza indirilmişti.

Devlet yönetimi Komünist ideoloji gereği siyasal yapılanması parti, bürokrat ve ordu sacayağından oluşturuldu. Yani (işçi ve köylü) halk tek sınıf ve onu idare eden parti yönetici sınıfı ile otoriter devlet bürokrasisi ile disiplini sağlayan güvenlik güçleri.

Kısaca Komünist liderler, yüzyıllar boyunca yanlışları ve doğruları ile oluşmuş sosyal yapıyı komünizm ideolojisi uğruna sil baştan yapmışlardı. Bunların içerisinde insanlar arası ilişkiler, yaşam anlayışları, geleneklerde vardı. Yeni bir dünya, yeni anlayışlar, yeni yaşam felsefesi…

Her ne kadar zaman içerisinde bu ketum dayatma yumuşatılsa da özü itibarıyla devam etti.

Sonunda ne oldu?

İnsan fıtratında var olan nefis, daha çok kazanma, egemen olma duyguları, kayırmacılık, sömürme, yolsuzluk bu rejimde de devam etti. Komünist rejimin en çok savunduğu eşitlik ilkesi bu rejimde de göz ardı edildi. Sosyal sınıfın kaldırıldığını iddia eden rejim, rejiminin sürdürülebilirliğini sağlamak için ayrıcalıklı parti zümreleri yarattı. Gizli zenginler türedi.

Milliyetçiliğin tasfiyesi iddiasında bulunan rejim, en ufak etnik hareketleri anında bastırdı ama Sovyet’i oluşturan devletlerarasında kayırıcılık yaptı. Ruslar ve Rusça birinci sınıf, sırasıyla Slav ve Hıristiyan kökenli devletler kayırmacılıkta ikinci sırada, Türk ve Müslüman kökenli devletler üçüncü sırada idiler. Ekonomik sömürme, yaşam anlayışlarına müdahale hep bu sıraya göre düzenlendi.

Netice,

1991’de Sovyetlerin yıkılış anında sınıfsal hiyerarşisini kaybetmiş, sosyal ilişkileri tersyüz edilmiş bir toplum ortaya çıktı. Yeni devletler sınıfsız, zenginliğin kimin elinde olduğu bilinmeyen, ticaretten bihaber, topraksız köylülerden oluştu. Din hakeza anlamını kaybetti, şekilci kimliklere dönüştü. Ama otoriter rejim başka bir boyutta devam etti.

Şimdi soralım; Sovyetlerin o her şeye muktedir, her şeyin doğrusunu bilen, yapan liderleri Rusya’yı ve Rus halkını ne derece ileri taşıdılar, iyilik mi yapmış oldular yoksa kötülük mü?

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda halk çok şeyler umut etti. Osmanlının çöküş sürecinde adaletsizlik, sömürü son bulacak, daha demokratik ve müreffeh bir toplum kurulacaktı. Atatürkçüler, Atatürk zamanında ekonominin, eğitimin gelişmesinden bahsederler. Dini ve sosyal yaşam alanında yapılan devrimleri(!) bağnazlığın ve yobazlığın giderilmesi konusunda atılan önemli adımları övünçle bahsederler.

Hâlbuki bunlar Osmanlı zamanında gündeme gelmiş ama savaş ve çöküntü nedeniyle uygulamaya sokulamamış konulardı. Bunları Osmanlıyı savunmak için değil sanki yoktan var edilmiş ve sadece kurtarıcı tarafından düşünülmüş şeyler olarak sunula geldiği için hatırlatmakta fayda gördüm.

Mesela, kadınlara seçme ve seçilme hakkı, 1910 yılından beri kadınların gündemde tuttuğu, mücadelesini verdiği konu idi.

İstanbul’daki son meclis-i Mebus-an’ın mücadeleye Ankara’da devam kararı ülkenin topyekûn mücadele azmi ve kararlılığını gösterir. Hâlbuki bizlere bu mücadeleyi Mustafa Kemal’in baştan sona kadar tek başına mücadelesi gibi gösterilir. İstanbul ile Ankara ve diğer kavgalar Milli Mücadele taraftarları ile karşıtları arasında değil, kim baş olacak kavgasından başka bir şey değildir.

Kurtuluş Savaşından sonra Mustafa Kemal’in iktidara gelmesi, Meclisi kendi istediği gibi düzenlemesi, dava arkadaşları ile idamla yargılanmaya kadar varan kavgalar… Kurduğu Halk Fırkasına mirasından pay verecek kadar kendini özleştirmesi ve nihayetinde Atatürk soyadını alacak kadar özgüven içerisinde olması… Ama ülkede kendinden başka çok az kişinin fikirlerini sahiplenmesi, çevresini  “yandaşlar” tarafından sarılması… Bir anlamda kuruluşuna önderlik yaptığı ülkesinin liderliğini “kılıç hakkı” gibi kabul etmesi ve öyle davranması… Onu tek kurtarıcı, tek söz sahibi, her şeyin başı konumuna getirdi, kutsallaştırdı. Rejimde kuvvetler birliği ve otoriter yönetim.

Sonuç,

Her ne kadar, “tek kurtarıcı ve onun liderliğinde ülkenin aydınlık ufuklara yol alması” fikri o günlerin modası olsa bile, bugün istisnasız bütün ülkelerin terk ettiği bu ideoloji ne yazık ki ülkemize ondan miras kaldı. Atatürk belki de bu kadarını da ummuyordu. Ama daha sonra gelen yönetici kuşaklar fikirlerini, davranışlarını ideolojiden de öte Atatürk’e kutsal anlamlar yükleyerek kutsallaştırdılar. İşin daha vahim tarafı Atatürkçülüğü pekiştirmek için dini akımları karşıt olarak zimmî desteklediler. Ülkede aslında var olmayan suni kamplaşmalar yaratıldı. Halen devam ediyor.

Her nedense, yüzyıllardır oluşmuş 600 yıllık ve hatta daha evveli bir kültür bakiyesi Anadolu toprakları, bir taraftan modernleşme ve laiklik adı altında yaşam biçimi dayatılırken; diğer taraftan da muhafazakârlığın yeni icatları gündeme sokuldu. (devam edecek)


Hiç yorum yok:

BİR HAYALİM VAR !..(son)

                          Geçen gün Tolstoy’un okumakta gecikmiş olduğum romanını okudum. Savaş ve Barış romanını… 1800’lü yılların başında ...