Malum olduğu üzere, bu yılki mezuniyet töreninde dönem birincisi teğmen öncülüğünde törenden sonra “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sözü geçen (bir grup mezun teğmenle birlikte) bir yemin daha ettiler.
Akabinde soruşturmalar ve ihraç istemiyle komisyonuna havaleler…
Bu
olaydan sonra siyasetçisi, yazar çizer takımı ikiye bölündü. Bir tarafta ihraç
edilsin diyenler, diğer tarafta bu söylemden daha normal ne olabilir diyenler…
Şunu
hemen belirtelim,
Halkın
bu kavgayı pek de umursadığı yok. Geçim sıkıntısından lal olmuş vatandaşın bu
kavgaya dâhil olmak mecali olmadığı gibi kayıkçı kavgalarına karşı da şerbetli.
Bu
konuyu iki yönüyle ele alabiliriz. Hukukta davalarda önce usule bakılır sonra
esasa geçilir.
Usulden
ele aldığımızda,
Bir
kurumun yönetim kuralları, yönetmelikleri vardır. Bunlar bellidir. O kurum
çalışanları, mensupları bunları bilir ve ona göre hareket ederler. Bunun aksine
davranışlara izin verilmez. İtirazlar olabilir. Ama bunun yöntemleri vardır.
Görev anında itiraz ya da aksine davranışlar en hafif deyimle itaatsizlik kabul
edilir. Bunun sonucu da yaptırımdır. İtaatsizliği yapanlar bunu bilir, bu
bedeli kabullenerek o itaatsizliği yaparlar.
Hele
ordu mensubu iseniz bunu çok daha iyi bilmek durumundasınız. Ordu disiplin
demektir. Kurallar size ters gelse de uymak durumundasınız. Bunu da dört yıl
tedrisattan geçmiş olanlar çok daha iyi bilirler. Olay esnasında
söylediklerinizin hiçbir anlamı yoktur.
Mesela,
“Türk Ordusu dünyanın en büyük ordusu” da diyebilirsiniz. Ama yemin metninde bu
yoksa bunu söyleme hakkına sahip değilsiniz. Varsa itirazınız başka ortamlarda
bunu dile getirme hakkına sahipsiniz. Yani usulden yanlış…
Esasa
gelince;
Belli
ki, Türkiye yaşadıkları onca olaylardan ve atlattığı badirelerden dersini
alamamış. Geçmişte ordu şu veya bu nedenle hep siyasete müdahil olmuş, ülke
yönetimine ayar vermiştir. En baş gerekçeleri irtica tehlikesini önlemek,
laikliği(!) muhkem kılmak… Bunun için Atatürk İlke ve İnkılâplarını
(Atatürkçülüğü) gerekçe göstermişlerdir.
Asıl
amaçlarının ülkenin ekonomisini ellerinde tutan hâkim sınıfın çıkarlarını
korumak ve kendi konumlarını güçlü kılmaktı. Nitekim bu uğurda ülke nüfusunun
neredeyse yarısın köylerde tutmuşlar ve nerede ise tüm büyük yatırımları
Ankara’nın batısına yapmışlardır.
Güneydoğu
köy ağalarına teslim edilmiş, Karadeniz ilkel fındık tarımına mahkûm edilmiş,
İç Anadolu’nun milliyetçilik duyguları körüklenmiştir.
Ülkenin
özeti şu,
İstanbul
ağırlıklı batının ekonomik gelişmişliği ile Anadolu’nun diğer bölgelerini
kontrol etmek… Siyaseten Ankara’yı hâkim kılmak, siyasallaşmış ordu vasıtası
ile ülke düzenini kontrol altında tutmak…
Bir
ülkenin gelişmişliği; bölgesel ve sosyal sınıfların uyumu ve dengesi, şehir
kültürünün, şehir ve ülke aidiyetinin geliştirilmesinden geçer. Bunlar
gerçekleştirilemediği sürece,
(göreceli
olarak) ekonomide belli bir ivme kazanılsa bile sınıflar arası uyumun
sağlanamadığı, kültürel gelişmenin (dolayısıyla) medeniyetin geliştirilemediği
köylü ve varoş toplumundan öteye geçilemez. Ekonomi ile zaman- zaman toplumda
refah emareleri görünse bile kalıcı gelişmeyi sağlayamaz. Nitekim Türkiye’nin
kısa zaman aralıklarında ekonomik ve siyasal krizlere girmesinin en büyük
nedenlerinden biridir.
Yüz
yıllık cumhuriyet geçmişimizde gelinen noktada toplumun etnik, inanç ve
ideolojik olarak derin fay hatlarına bölünmesi devletin doğru değerler üzerine
oturtulamamasıdır. Osmanlıdan ümmet devralan cumhuriyet devletinin milletini
ideolojik temeller üzerine inşa etmek istemesidir. Sunduğu daha doğrusu dikte
ettiği ideolojik değerlerin halkı tarafından kabullenilememesidir.
Aslında,
Bu
devleti yöneten hâkim gücün işine de gelmiştir. Arada bir şartlara göre
ideolojileri körükle, toplumu siyasal fay hatlarına böl, biraz palazlananların
kafasına balyozu indir. Bugün makbul olanı işine gelmediğinde hain ilan et.
Bundandır ki ülkemizin hainleri boldur.
Bu
uygulamalar için öncelikle iki kuruma ihtiyaç vardır. Birinci güvenlik güçleri
ikincisi ise yargıdır.
Güvenlik
güçleri denilince iki kurum akla belir. Birincisi emniyet güçleri, ikincisi
ordudur.
Emniyet
güçleri doğrudan halkla muhataptır ve siyasetin emrindedir. Yani bir anlamda
iktidarın emrindedir. Ordu ise siyasetten bağımsızdır. Kendi içinde hiyerarşisi
vardır. Ordunun fikri yapısı devletin ideolojisi ile alakalıdır. Daha doğrusu
onun görevi devletin oturduğu temelleri koruyup kollamadır.
Öyleyse,
çeşitli zamanlarda ordu içinde ortaya çıkan fikir ayrılıkları, homurdanmalar
(teğmenler hadisesinde olduğu gibi) çeşitli söylemler neden çıkmaktadır?
En
önemli neden devletin temel ideolojisinin yüz yıl geçmesine rağmen sağlam
temeller üzerine oturtulamamasıdır. Buna bağlı olarak çeşitli menfaat
odaklarının devlet yönetimi ve kamusal menfaatleri üzerinde daha fazla söz
sahibi olma isteğidir.
Doğrudan
bunu dillendiremeyen odaklar değerler ve ideolojiler üzerinden mücadele
etmektedirler.
Yani
daha somut ifade ile bir taraf değerler ve inançlar üzerinden diğer taraf ise
laiklik üzerinden Mustafa Kemal’i teminat olarak göstermektedir.
Bu
devlet Türk Milletinin kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise,
Tüm
kurumlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarıdır. Doğal olarak ordumuzda Türkiye
Cumhuriyeti’nin yani Türkün ordusudur. Askerlerde Türkün askerleridir.
Bir
ordu kendini o devletin kurucu liderine veya kralına bağlılığını iddia
ediyorsa;
Devletin
millete ait olduğunu yok sayıyor demektir. Kendini o lider veya kralla
özdeşleştirdiğinde geçmişini ve geleceğini sınırlamış olmuyor mu?
Mustafa
Kemal’in kurucu liderliğini yaptığı Türkiye Cumhuriyeti 1923’de kuruldu.
Ordumuz bu tarihte mi kuruldu? Ya da bir gün – ki temenni etmeyiz- devletimizin
adı değişirse kendini tasfiye mi edecek? Hâlbuki ordumuzun mazisi bellidir ve
milletimiz bu dünyada var olduğu müddetçe var olacaktır.
Atatürk
kral ya da padişah değil ki bu milletin ordusu onun adı ile anılsın!.. Türk
Milleti de Atatürk’ün tebaası hiç değil.
Geçelim,
Benim
anlayamadığım, 2016’dan sonra kapatılan ve yeniden kurulan harp okullarına
alınan öğrencilerin orduların olmazsa olmazı olan disiplinden yoksun ve (eğer
varsa) kumpasa nasıl geldikleridir.
Öğle
ya,
Okula alınırken bir sürü süzgeçten geçiyorlar, okul esnasında disiplin içerisinde eğitim görüyorlar. Ama gelin görün ki yılın sonunda böyle bir kumpasa geliyorlar. Hem de dönem birincisinin önderliğinde.
Ulu dedemin bir sözü hatırıma geldi…” Askere devlet kurdurulmaz mirim.”
Bu
da benim şakam olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder