Bu Blogda Ara

20 Eylül 2024 Cuma

BİR HAYALİM VAR!..(1)

 

Birleştik sonsuza dek emek ve kardeşlikle 
Büyük Rusya sonsuza dek birleşti.
Büyük Sovyetler Birliği asırlarca yaşayacak 
Kendini güvende hissetmektir bir halkın rüyası”

Diye devam eder Sovyetler Birliği marşı.

Bu marşta iki şey dikkatlerden kaçmamalı. Birincisi Çarlık Rusya’sından sonra kurulan Sovyetlerin içinde barındırdığı halkların cumhuriyeti olduğu halde “Büyük Rusya sonsuza dek birleşti” mısrası ile Sovyetlerin aslında Rusya olduğu… İkincisi ise; Buna bağlı olarak tüm Sovyet sathının hiçbir millete hak tanımadan Rus toprakları olduğudur.

Nitekim Sovyetler dağılırken yaptıkları anlaşmalarda yerine kurulan Rusya Federasyonu’nun Sovyetlerin bütün hak ve imtiyazlarının mirasçısı olduğunu tescil ettirdiğidir.

Her ne kadar yirminci yüzyıla kadar (hemen, hemen) bütün devletler krallık olsalar bile, özünde devleti kuran sülalenin milliyetleri ile anılırlar.

Ayrıca, devletlerin isimleri ve kurucuları farklı olsalar da yönetimlerindeki halkların tarihi süreç içerisinde kazanımları, ortak acıları, oluşturdukları yaşam felsefeleri kısaca birikimleri vardır.

Dolayısıyla,

Adları değişik, yöneten sülaleler ve krallar farklı olsalar dahi yönetilen halklar her zaman yaşadıkları topraklarda asıl söz sahibi onlardır.

Kısaca,

Hiçbir kurucu, ben yönetiyorum, devlerin adı ve rejimini ben tayin ettim, öyleyse tüm söz hakkı bende demek hakkına sahip değildir. Bir milletin tarih içerisindeki yürüyüşü kesintiye uğratılamaz, kesintiye uğratma hakkına kimse sahip olmadığı gibi, bunun tersi, yönetici konumundaki devletin uzun süre ayakta kalması mümkün mü?

Tüm krallar, soylarının asil ve tarihin derinliklerinden geldiğini ispatlamak için özel gayret gösterirler. Bugünün en “halkçı” yöneticilerinin yandaşları bile liderlerini mutlaka bir “asil” soya bağlamanın gayretindedir.

Türkiye Cumhuriyeti 1923’de kurulduğu ve “yeni” bir bağımsız devlet olduğu ve elbette kurucu liderinin Atatürk olduğu kabul edilir. Devlet Atatürk olmasa idi Anadolu’da Türk diye bir milletin olmayacağı/olamayacağını ya da vatan bildiğimiz Anadolu’dan sürüleceğimizi dikte ettirdi ve ettirmeye devam ediliyor.

Bu çocuk sorduğunda “evladım seni leylekler getirdi” misali evveli ve dayanağı olmayan bir kuram. Ya da Osmanlı öyle çağ dışı bir imparatorluktu ki, ne kadar melanet varsa içinde barındırıyordu gibi iddialar geçmişi karalayarak kendini meşrulaştırmaktan başka bir şey değil de nedir?

“Bu 20’ci yüzyılın otoriter ve ideolojik söylemleriydi. Bir anlamda gününün modası idi.” Gibi savunmaların tutarlılığı yoktur. Bu tip savunmalar karşısında tıpkı Sovyet sonrasında olduğu gibi “biz yalanlarla mı avutulduk” demek zorunda kalıyoruz. Bu şu anda bizi hangi yalanlarla kandırıyorlar şüphesini doğurmaz mı? Hâlbuki biz halk olarak yüzyıllardır hep vardık, var olmaya da devam edeceğiz. Anadolu’yu yurt tutan bizler her tabi olduğumuz devletin hükmü ile mi kimlik tesis edeceğiz

Biraz açalım,

Anadolu’ya binlerce yıldır halklar/milletler gelir. Yurt tutarlar. Güçlü olanlar hâkimiyet kurarlar, Anadolu’yu yönetirler. Diğer halklarla kaynaşırlar, kendilerinden bir şeyler verirler, bir şeyler alırlar. Yöneten hâkim güç eğer iyi yönetebilirse, halkı memnun edebildiği, tecavüzlerden koruyabildiği ve önemlisi medeniyeti tesis edebildiği sürece ayakta kalır. Güçten düştüğü, medeniyet olarak vereceği bir şeyler kalmadığı anda alaşağı edilir.

Ama halk aynı halktır ve yüzyıllardır birikimleri ile yaşamaya devam eder. Alaşağı olanın yerine gelen yönetim aynı halkın yöneticileri olacaktır. Aynı birikimleri daha geliştirmeye ve ileri götürmeye vazifelidir. Ben yeni bir devletim ve yeni bir halkı yönetiyorum demek gibi bir hakkı yoktur. Zaten halk nazarında önemi de yoktur. Bunu başaramaz da… Devlet millet çatışması da bundan kaynaklanır.

Nitekim Hititler, Likyalılar vs.den sonra Bizanslılar ve Selçuklulardan sonra Osmanlılar yönetimi ele almışlardır. Fatih Sultan Mehmet bile yıkılan Bizans’ın mirasına sahip çıkmış, “ben Roma İmparatoruyum” demiştir.

19’cu yüzyıl Avrupa’sına bakalım;

Hemen, hemen bütün ülkeler (yönetimleri krallık olsa bile) hâkim milletlerin adları ile adlandırılırlar. İngiltere’nin adı bile İngiltere Birleşik Krallığıdır. Bir anlamda yönetime adını veren hâkim halk milletleşmiş, kendi kültür ve medeniyetlerini geliştirmişlerdir.

Osmanlı bir Türk İmparatorluğu ve 600 yıllık geçmişi olsa bile hâkim kültür ve medeniyetinin adını koymakta (iç dengeler gereği) tereddüt etmiş, özellikle yüzyılın sonunda birliğini hangi ideoloji ile sağlayabileceğinin tartışmalarını yaşamıştır.

 

Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük üzerine kavgalar/tartışmalar içerisinde birinci cihan ve nihayetinde Kurtuluş Savaşlarını yaşamış yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Yerine kurulan devlet yeni bir devlet değildir. Osmanlının devamı da değildir. Tarihi süreç içerisinde hâkim unsur olan Türklerin geçmişten gelen kültür ve medeniyetinin yeni rejim ve yıkılan Osmanlının (bayrak dâhil) bütün kurumları ile tarih içerisinde yoluna devamıdır. Ama yukarıda da bahsettiğimiz gibi Osmanlı değildir.

Eğer, yeni bir devlet derseniz;

Geçmişten gelen kazanımlarınızı çöpe atmış, bir milletin (bahse konu Türk milletinin) vebalini üzerinizde taşımış olursunuz. En önemlisi başkalarına yönetim anlamında söz hakkı tanımış/ en azından iddia sahibi yaparsınız.

Ayrıca ideolojik anlamda tartışma yaratır, iç çekişmelerden başınızı kaldıramazsınız. Sonunda çareyi hayalinizde idolleştirdiğiniz liderin etrafında birliğinizi sağlamaya çalışırsınız.

KURTARICILAR GERÇEKTEN KURTARIR MI? (Devamı gelecek haftaya)


14 Eylül 2024 Cumartesi

DÜNÜN ve BUGÜNÜN TÜRKİYESİ!..(son)



 

BUGÜNÜN TÜRKİYESİ;

Demek ki; Ters giden bir şeyler vardı ki toplum AKP’ye teveccüh gösterdi demiştik. Yaklaşık 80 yıllık Cumhuriyet tarihinde siyasetçiler ideolojiler üzerinden oy devşirip iktidar olmanın yollarını aradılar. Ya da toplumun (din, laiklik gibi) hassas olduğu konuları işlediler. Daha marjinal olanları doğrudan ideolojiler üzerinden halkı ikna etmeye çalıştılar. MSP, MHP gibi partilerde toplumu birleştiren duyguları ideolojiler haline getirerek toplumu daha da ayrıştırdılar.

Hâlbuki toplumda böyle bir ayrıştırmayı yaratacak duygu seli olmadığı gibi, çatışma da yoktu.

Mesela,

Başörtüsünü siyaset aracı kullanmak isteyen toplum kesimi olmadığı gibi, bunu tehlike gören başka bir kesim de yoktu. Birileri tehlikeli gördü, diğeri karşı çıktı. Yani birbirlerini tetiklediler. Her iki kesim de aynı odaklara hizmet ettiler.

Sağın en büyük partisi olan Adalet Partisi bile zaman, zaman dini ve milliyetçiliği kullanmıştır. Süleyman Demirel köylüye önem verdiğini her zaman öne çıkarmıştır. Hâlbuki köylülüğün geçer akçe olmadığını, şehirleşmenin ivedilik kazanmasını, tarımın gelişmesi için köylüyü oturduğu yerden beslemek yerine tarım sanayine-modern tarıma hızla geçilmesi gerektiğini düşünmemiş, düşünme gereği duymamıştır.

Aslında modern, kültürlü ve her yönü ile gelişmiş bir toplum şehirleşmeden geçer. Neden olmadı/olamadı? Sorusu ayrı bir yazı konusu…

AKP iktidara üç iddia ile geldi. Yolsuzlukları, yoksulluğu giderecek ve adaleti sağlayacaktı. Bu üç iddianın giderilmesi için herhangi bir ideolojiye sahip olmanın gereği yok. Komünist partiler bile bu iddianın sahibidirler. AKP’nin bunları vaat etmesi geçmişin yanlışlarına tepkiden öte geçmezdi.

Asıl sorun daha derinlerde idi. Ülke hangi temel kültür üzerinde yükselecekti? Ülkede (her yönüyle) gelişme nasıl sağlanacaktı. Mesela köylülükten şehirleşmeye, ara mal üretiminden katma değeri yüksek ileri teknoloji üretimine nasıl geçilecekti? Çağdaş eğitim hangi çerçevede verilecekti? Vs…

AKP ilk on yılında kişi başı gelirimizin 3500 dolardan 10.000 dolara çıkartıldığı ile övünüyor. Muhalefet son on yılda AKP’nin bu başarısından uzaklaştığı ve orta gelir tuzağına düştüğümüz iddia ediliyor. AKP ilk on yılda gerçekten başarı sağladı mı? İlk on yılda ülkemize 220 milyar dolar yabancı sermaye girmiş. Bu girdilerle tarım mı geliştirildi, ileri teknoloji üretimine mi atladık, ya da eğitimde reform mu yaptık? Ben söylemeyeyim, cevabını biraz mürekkep yalamışlar pek ala verebilir.

Muhalefet AKP iktidarında bütün kamu mallarının satıldığını iddia ediyor. Doğrudur. Ama geçmişte bu fabrikaların iktidarların arpalığı olduğunu görmezden geliyorlar. Çağın artık (kamu) devletçilik çağı olmadığını görmezden geliyorlar. Çünkü karşılarında hala okuma yüzdesi az - on binde bir -, eğitimi zayıf toplum var. Kandırmak kolay.

AKP İLK ON YILINDA ŞUNLARI YAPTI;

Ülkede geçmişin izlerini silebilmek için dış yardımlarla topluma yalancı refah sundu. Köyden şehirlere göçlerle köyleri boşalttı. Şehirler işsiz ve şehirleşmemiş insan yığınları ile doldu. Suriye kargaşalığını bahane ederek ülkeyi haddini aşkın göçmenlerle doldurdu. Ülkemizin demografik yapısını bozdu. Ülke yoksullaştı, yardımlarla kendine bağımlı hale getirdi. Dünün kendi kendine yetebilen köylüsü bugünün şehir varoşlarında iktidara bağımlı muhtaç kitleler haline geldi.

Askeriye dâhil bütün kamu kurumlarını kendine bağımlı yandaş kurumlar haline getirdi. Ve elbette bu kurumlarda çalışanlardan  (bu kadar kısa zamanda) liyakat beklenemez.

Sonra,

Cumhurbaşkanlığı sistemi ile rejimi değiştirdi. Diyeceksiniz ki; Muhalefet ve toplum kesimleri buna neden itiraz etmedi?

Ben 2004 yılındaki bir yazımda “ bu bir devrimdir. Bu devrimi ya yetti yahu deyip Anadolu İrfanı yapmıştır. Ya da eski sistemin ağaları bir İslamcı Parti eliyle çıkmaz sokaktan kurtulmak, dünya yapılanmasına uygun hale getirmek için yapmıştır.”  Bana ikincisi daha yakın gözüküyor. Çünkü hem toplumu “topluluk” haline getirecek ve hem de dini yerlerde süründürecek. Öngörüm doğru çıktı galiba!..

Dolayısıyla,

Böyle bir organizasyon muhalefetin desteği ile ancak olur.

Bunlar komplo teorileri diyebilirsiniz. Belki de boş atıp dolu tutmaya çalışıyorum. Zararı yok.

Ama şunlara da itiraz edemezsiniz.

Bizi ayakta tutan tarım köylerin boşalması ile bitti. Toplum topluluk haline geldi. Şehirler muhtaç avara, şehirleşememiş insanlarla doldu. Geçmişin zenginleri yine bugünün katmerli zenginleri… Devlet kurumları sadece el değiştirdi. Din, gelenek yerlerde sürünüyor. Eğitim hak getire… 3Y’leri geçiniz efendim. En önemlisi, Anadolu, Anadolu olmaktan çıktı. Bütün zenginlikler batıya yığıldı.

Yani demem o ki!..

Leyleği budadık, ancak şimdi kuşa döndük!..

 

 

 

 

 


2 Eylül 2024 Pazartesi

DÜNÜN ve BUGÜNÜN TÜRKİYESİ!...(1.devam)


 Bir önceki yazımızda dünün Türkiye’sini anlatmaya çalıştık.

Özetle,

Osmanlı bakiyesi olan, milletleşmemiş bir toplum, sosyal sınıflarını oluşturamamış ve dolayısıyla toplum içerisindeki hak ve görevlerini idrak edememiş, kamu düzenini sağlayan (siyasal ve bürokratik) vazife aldığı mevkilerin bilincini idrak edememiş kurumlar ve her şeyden önemlisi köylü bir toplum.

Burada “köylü toplumu” derken sadece köylerde yaşayıp tarımla uğraşanlar akla gelmemeli. Zihniyet anlamında en okumuşundan en tahsilsizlere kadar bulunduğu yerin ne anlama geldiğini ve geçinmekten öte daha verimli olmanın yollarını aramayan, bulunduğu konumdan azami faydalanmak olarak yorumlanmalı.

Dünün Türkiye’sinin kurucuları yeni bir devletin temellerini atarken, her zaman ve devirde olduğu gibi geçmişi yok sayarak (her türlü yönetimsel ve kültürel) yeni değerleri topluma sunarken, (şu veya bu nedenle) şunun hesabını muhtemel ki yapmadılar/yapamadılar. Yönetmeye talip oldukları toplumun imparatorluk bakiyesi, yaşam felsefeleri ile yüzyılların birikimi bünyelerinde taşıyan toplum olduğudur. O güne kadar onları ayakta tutan ve kurtuluş savaşını kazandıran da bu yaşam felsefesidir. Bundan dolayıdır ki nerede ise nüfusun yarısını göç almış bir toplum çatışmadan bitlikte yaşama becerisini gösterebilmişlerdir.

Kurtuluş savaşını yapanlar toplumu yönetip, yönlendirirken bu toplumun duygularının öncülüğünü yaptıklarının farkında-mıydılar?

Atatürk şüphesiz milli kahramanımızdır. Ama Kurtuluş Savaşından sonra toplumu yok saymak ve en önemlisi “emeni kapmak” duygusunu bu toplumda yarattığı izlenimi verebileceğini, ileride bunun toplumu (siyaseten) ayrıştırabileceğinin hesabını yapabildi mi? Ne yazık ki gün geçtikçe toplumda bu duygular daha çok yer ediniyor. Bu başta Atatürk’e sonra bu topluma haksızlık değil mi?

Uzatmadan,

Kurumların yozlaşmışlığını toplumu sil baştan yaparak gideremezsiniz. Olan topluma oluyor.

Ekonomik kalkınmanın siyasal anlayış ve yapılanma ile ne alakası var? Diyebilirsiniz.

Ülkeyi hangi sistemle yönetmekten çok hangi yaşam felsefesi başat olacak sorusunu sormamız gerekiyor. Daha açık bir ifade ile ülkenin lokomotifi olan sermayenin aynı zamanda yaşam felsefesinin de başatlarıdır. Günümüzde sermayenin ekonomik görünümlü siyasal derneklerde kamplaşmasına ne demeli?

Aslında,

Devleti yönetmeye talip olmanın mücadelesi bir anlamda “suyun görünü tutma” mücadelesidir. Bu bizde de böyledir, dünyada da… Cumhuriyet kurulduğunda %85 olan köylü nüfusunun 70 küsur yılda 2002’lerde ancak %45’lere çekilebilmesinin nedeni sadece imkânsızlıklarla izah edilemez.

Köylü köyünde otursun, ihtiyacı kadar ürününe değer biçelim, şehirli orta gelirli yağı ile kavrulsun, bürokrat bizim adımıza zapturapt yapsın, geri kalan ahali ya arpalık kamu kuruluşlarında ya da özel sektörün geri teknolojili fabrikalarında çalışsın. Devler korumalı sermayedar da ürettiği montajları hazır müşterilere sunsun. “Sermaye bizden, çalışan Anadolu’dan… Bu böyle sürüp gitsin.

 Biz de siyaseten arada bir “haddini aşanlara”  ortalama on yılda bir hadlerini bildirelim. Özet bu… Gerisi tiyatro. Bu arada bütün merakım orduya had bildirmeyi işaret edenler kimler?

Halka karşı sorumluluk,

“Ben dini bayramları laik olduğum için kutlamam deyip, öldüğünde tabutunun üzerine Osmanlı mirası antika örtüyü örtmek; ya da senede bir, zekât yerine Ramazanda koliler dağıtmak halkın değerlerine sahip olmak, öncülük etmek değildir. Bu sorumluluk milletin kültürünün, geleceğinin öncüsü olmak ve bu sorumluluğunun idrakinde olmaktır.”

Bu zaman zarfında Türkiye kalkınmamış-mıdır? Kalkınma, olan imkânları artırmak değildir. Ya da şöyle diyelim; günün şartlarında dünyanın geldiği en uç noktaya (her konuda) yaklaşabilmektir.

Diyelim ve bugünün Türkiye’sine geçelim.

BUGÜNÜN TÜRKİYE’Sİ

AKP 3 iddia ile iktidar oldu demiştik. Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar. Üç iddiada her ne kadar ikisi demokratik diğeri ekonomi ile alakalı görünse de, aslında her üçü de ülkenin bekasından çok ekonomi ile alakalıdır. Yoksulluk ve yolsuzluk ekonomik değerlerin iyi yönetilememesidir. Yasaklar ise “potansiyel tehlikeli” görünen kesimlerin baskı altında tutulması anlamına geldiği gibi, ekonomik faaliyetlerin kontrolü, ekonominin belirli (yandaş) ellerde toplanması anlamına da gelir.

AKP’yi iktidara taşınmasındaki niyet halis ama nerelere gelindi/getirildi? Gelecek hafta devam edelim mi?








BİR HAYALİM VAR !..(son)

                          Geçen gün Tolstoy’un okumakta gecikmiş olduğum romanını okudum. Savaş ve Barış romanını… 1800’lü yılların başında ...