Geçen hafta “içimiz acıyacak mı?” diye sormuştum,
O günden sonra yazılarımı biraz siyaset kokan konulardan seçsem mi acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Aslında siyasetle uğraşıyor olmamla beraber, bu sütunlarda siyasete bulaşmama gibi bir niyetim vardı. Siyasetin olmadığı hemen- hemen hiçbir yer olmadığına göre ve rahmetli dedemin” oğul siyasetsiz dünya mı olurmuş” veciz sözüne az buçuk itibar ederek bu yazımda siyasete bulaşacağım.
Cumhuriyet Türkiye’sini kuruluşundan bu yana gözümüzün önünden geçirdiğimizde istisnasız her alanda geliştiğimizi göreceğiz.
Rahmetli babamın babası yani dedeme köyün ağası “ Ankara’daki büyüklerimiz devrim yaptı artık pantolon giyip medeni olacaksınız” dediğinde babam daha beş yaşında imiş.
1940’lı yıllarda vatan hudutlarını beklemek için askere gittiğinde kıçındaki pantolon kırk yamalıymış.
Medeni olmanın ölçüsünün pantolonun kalitesi ile ölçüldüğü konusunda bir bilgim yok, fakat olmazsa olmaz şartlarından birinin de pantolon giymek olduğunu babamla birlikte bize de öğretti devrim yasaları. İlk radyoyu taburda görmüş. Canı çekmiş memleket havalarını dinlemek istemiş. Lakin radyo kanalıda medeniyeti aşk edinmiş, devamlı “caz” çalıyormuş. Anlamış ki medeniyetten kaçış yok “önce medeniyet”.
Arada bir birileri çıkmış “sen insansın, seninde kendi kültürün var, bunu yaşamak hakkın” demiş. Demiş ama dediğine pişman edilmiş, meğer vatan-millet haini imişler, iplerde sallandırılmışlar.
Rahmetli babam buna bir mana verememiş ama hep aklının bir köşesinde tutmuş.
Görmüş ki her on yılda bir vatan haini türüyor, yine on yılda bir vatan kurtaran aslanlar onları tarumar ediyor.
Bu aslanlar önce solculuğa, sonra dindarlığa , en sonunda da milliyetçiliğe gaz vermişler.Garip ki önce kahraman yaptıklarını sonra hain ilan edip zindanlara tıkmışlar.
Bu arada biliyorum hani pek merak etmezsiniz ama ben yine de söyleyeyim,
Benim ailemde herkes ömründe birer defa vatan haini, birer defa da terfi edip vatansever oldular.
Yazıma dönersek,
Yukarıda rahmetli babamdan bahsetmiştim, rahmetli bir gün “ha bu işleri bir türlü anlamadım gözlerim açık gidecek” demişti.”Ben çözemedim oku da sen bari çöz” diye vasiyet etmişti.
Mektebe beş yıl gitmişti ama okumayı zor sökmüştü. Çok şükür mısır ekmeği ile de olsa bizi okuttu, yani kafamız “o kadar” çalışıyor işte !. Ama ben çocuklarımı bilgisayarlarla okuttum, pekte avanak büyümediler yani.
Bende rahmetliden akıllı sayılmam ya, ’70 li yıllarda gaza gelip “hain”lere karşı cenk edenlerden biriydim.
Konulardan devamlı sapıyorum, gına geldi size, isterseniz bir anımı anlatayım da sizi rahatlatayım,
Oğlum ortaokul ikide idi, Mustafa Kemal’lin 1919 da İstanbul’dan Samsun’a gelişini anlatan bir belgeseli Kanal D’de izliyorduk. Yanımda oturan oğlum birden bire “vay canına okulda kandırmışlar bizi haa” dedi.
Anladım ki zamane çocukları artık “emme şekeri” ile kanmıyor,
Görüyorsunuz ya siyaset konulu yazmayı beceremiyorum, ağzımda geveleyip duruyorum, iyisi mi baklayı ağzımdan çıkarayım da ben de rahatlayayım sizde!...
Artık yemezler, dört kere ihtilal yapıp sayısız muhtıralar verenlere bundan sonra inanmak mümkün mü?
Yada “hamudu” ile götürmenin adını “vatan-millet sevdası” diyenler daha çağdaş bir kılıf mı bulmalılar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder