Bu Blogda Ara

24 Aralık 2009 Perşembe

İMANIMIZ PARA !...


Rahmetli babam benim yabancı dil öğrenmemi çok isterdi.

“Bir dil bir insan demektir, hangisi olursa olsun yabancı dil öğren ki dünyayı daha iyi tanıyasın” gibi arada bir nasihat ederdi.

Lakin daha ortaokulda iken sınıfa geçmek için İngilizce hocama hediyeler sunmak zorunda kaldığımda hayal kırıklığına uğradı.

Aynı hevesle kendi çocuklarıma yabancı dil öğrenme konusunda heveslendirici girişimlerim olmuştur. Bu çabalarımın boşa gittiğini sanmıyorum, yani benden daha kabiliyetli çıktılar.

Yabancı dil bilmenin avantajları bir yana, bilen insanda kendini farklı kılma duygusunu yaşattığı bir gerçek. Eğer yabancı dil bilenlere karşı bir hayranlık oluşuyorsa, bilenin kendisinde de farklı olmanın hazzını yaşatması normaldir.

Bunların yanında birinin sizin dilinizi bilmesi kadar insanı hoş eden başka bir duygu az olsa gerek. Çünkü dilinizi bilenin size olan itibarını ve bir anlamda hayranlığını, ya da kendisini dilinizi öğrenmeye mecbur hissettiğini gösterir. Öyle ya dünyada onca dil varken sizin dilinizi tercih etmesi sıradan bir istek olmasa gerek.

Acaba bizim dilimizi bilenlere olan muhabbetimiz, ya da duyduğumuz hoşnutluk, itibar edilmenin mi yoksa kendimizi diğer toplumlardan farklı kılmanın getirdiği benlik duygusu mu?

İsterseniz burada konuya ara verip bundan on beş yıl önce yaşadığım bir olayı anlatayım.

Bir bakkal arkadaşımın Fransız misafiri vardı. Bizim yaşlarda, hanımı ve çocuğu ile beraber arkadaşıma misafir olmuşlardı. Fransızca bilmediğim için arkadaşımın aracılığı ile konuşuyorduk. Bir ara birden bire sen neden Fransızca bilmiyorsun? Dedi.

Bu hesap sorarcasına sorulan soruya karşılık “peki sen neden Türkçe bilmiyorsun,Adriyatik’ten Çin’e kadar Tükçe konuşarak gidebilirsin, peki Fransızca konuşarak nereden nereye kadar gidebilirsin?”dedim. Beklenmedik bu soru karşısında cevap verecek cesareti kendisinde bulamadı.

Orada anladım ki diline ne kadar çok sahip çıkarsan o kadar çok benliğine, kimliğine sahip çıkarsın. Ve dilin dünyada ne kadar çok konuşulursa o kadar itibarlı ve diğerlerinden birkaç kademe üstünsün demektir.

Fransız kendini bizden üstün ve medeni görüyordu. Dolayısıyla kendi dillerinin öğrenilmesi dünya ölçeğinde olmazsa olamaz şartlardan biriydi ve kendi açısından haklıydı. Bugün yazımı anılarla devam edeceğim galiba;

Vaktiyle bir harita mühendisinin bürosunun açılışına gittim, büronun adı “Anatolia” idi, yani “Anadolu”nun İtalyanca yazılışı.

Sordum, bu adı koymanızdaki sebep ne? Cevap “değişiklik olsun diye, birde akılda kalır, hani birazda modern olsun kabilininden”.

Belli ki modernlik anlayışları farklıydı. Bende şu cevabı vereceklerini zannettim, “en büyük hissedarımız İtalyan olduğu için, yani isim hakkı dolarları en çok koyanındır”.

Yine burada şu soruyu sordum kendi kendime,

Acaba geçmişine sahip çıkmamakla sonradan görme arasında bir bağlantı var mı?

Yâda bu soruyu şöyle mi sormalıydım,

Geçmişinden utanan, birilerinin mankurt’umu olur?

Dedim ya bugün benim hikâye anlatma günüm,

1986 lı yıllar, belediye meclis üyesiyim, Ünye’de sahilde iskele girişinde yeni düzenlenen parka ad koyacağız.

Başkan “ONEY” adı konsun dedi. Gerekçe olarak bu adın Ünye’nin Romalılar dönemindeki adı olduğu ve bu sayede çok turist çekeceğimizi ifade etti.

Hani derler ya “imanımız para”, gerçekten para insanın her şeyini satın alıyor, geriye etle kemik kalıyor. Ne yazık ki oda bir gün toprak oluyor.

Buna karşı çıktım,” eğer mutlaka bir şey pazarlayacak isek kendi malımızı pazarlayalım”. Sonunda parka “Yunus Emre” adını koymaya karar kıldık.

Galiba bu ikilem, kendisi olma becerisini gösteremeyenlerin düştükleri garip bir durum diyorum ben, en iyi niyetli ifademle.


Hiç yorum yok:

(23 KASIM) BUGÜN BENİM YAŞ GÜNÜM

  1955 senesinde Allah’ın nasibi, rahmetli anamla, atamın vesilesi ile bu dünyaya teşrif etmişim. O zamanın şartlarında günü gününe kayda ge...