Başkanlık seçimlerine şunun şurasında altı aydan az bir zaman kaldı. Adaylarımız… Daha doğrusu heveslilerimiz birer ikişer sökün etmeye başladılar. Kimisi biraz mahcup, kimisi ise sosyal medyada artistik pozlar verip yandaşları vasıtası ile kendisini pazarlatarak.
Kimileri de daha baştan, orası olmasa da başka şeylere fitim… Yeter ki beni kendinizden bilin kabilinden.
Olacak o kadar. Bunlar er meydanının cilvelerinden.
Lakin… Bir de etraf kokularla da dolmaya, cadı kazanları kaynamaya başladı. Dört küsur yıl pür-ü pak giden belediyeler birden bire pis kokuların kaynağı haline geldi. Bu ne ki… Bir de seçime bir ay kala görünüz.
Kim ne haltlar yemiş de haberimiz yokmuş. İşin tuhaf tarafı bu pis kokuları kamuoyu ile paylaşanların kendilerinin pür-ü pak olup olmadıkları bir tarafa… Hayrola sermayeyi kullanmak yeni mi geldi aklına diyesi geliyor insanın.
Bütün bunlar seçmeni aptal yerine koymanın ve münafıklık üzerinden nemalanmaktır ki…
Sonu kullanan için hiç de hayra alamet değildir.
Dedim ya… Piyasada artık dedikodular dolaşmaya… Olaylar abartılmaya başlandı diye. Geçen gün bir dostum “haberin var mı? Ünye Belediyesine müfettişler gelmiş.” Dedi kendine has gülümseyerek.
Olur dedim. Belediye burası gelir de gider de.
Öyle deme dedi. Bu kez yandı gülüm keten helvası. On biri birden… Hem de Mülkiye Müfettişleri imiş.
(Sanki Müfettişliğin kitabını yazdım) Deme yahu… Mülkiyeliler de fena olurlar hani. Üstelik burunlarını da balta kesmez.
Durup dururken niye ki? Deyiverdim birden.
Bizim ki sanki hazır, nazır bekliyormuş gibi… Bir çırpıda sıralayıverdi. Arada bir Allah-Allah deyip şevke getirdim çok hevesliyi.
Sonunda,
Bak bendeniz garibin bu işlerde tecrübesi var. Eski kulağı kesiklerdenim ya… Seçime çeyrek kala bu külliyatlı Müfettiş meselesi iki şeye delalettir. Birincisi ya bu başkanı yiyecekler mana arıyorlar. İkincisi; Ya da ikinci bir defa seçime sokmak için pür-ü pak edip pis kokuları gül suyuna bulayacaklar.
Sonra ilave ettim. Ağalar, paşalar ve reisler her şeyi bizden iyi bilirler. Ağaların oyununa biz marabaların aklı ermez. Gel büroma gidelim, sana kahve ikram edeyim hem de bir anımı anlatayım.
Efendim sene 1989. Belediye Meclis üyeliğim biteli henüz iki ay olmuştu. Belediyeden telefon geldi. Müfettiş seninle görüşmek istiyor dediler. Ne işi olabilir diye düşünerek Müfettişin odasına girdim.
45-50 yaşlarında biri idi. Ben de 35’de var yok. Tanıştık, hoş, beş faslından sonra sana iki sorum olacak dedi.
Buyur dedim. Birincisi dedi… Belediye Başkanı İsmail Cerrahoğlu –ki ikinci bir defa aday gösterilmemişti- başkanlığı sırasında kaçak yapılara müsaade ederek rüşvet almış. İkincisi ise belediyeye bağış yaptırarak kaçak kat attırıyormuş. Bu konuda ne dersin?
Müfettiş bey Sayın Cerrahoğlu’nun rüşvet aldığına şahit olmadım. Şahit olmadığım bir şeye he diyemem. Zanlı da konuşamam. Ama rahmetli dedemin bir lafı vardı. “ Yattığın yere dikkat et.
Çünkü ya yoku bulaşır ya da kokusu.”
İkinci soruna gelince; Hangi enayi menfaati olmadan durup dururken belediyeye bağış yapar?
Sen onu, bunu bırak da haddimi aşarak sana bir tavsiyede bulunayım. Seni buraya gönderen irade Cerrahoğlu’nun ne yapıp ettiğini senden, benden delilleri ile beraber çok daha iyi biliyor. Aklı sıra sizin müfettişliğiniz ve benim de muhalifliğim üzerinden Cerrahoğlu’nun ümüğünü sıkacak. Bu işe ne beni ne de kendini alet et.
Müfettiş anladım dedi. Peşinden ilave etti… Senin ağzından ifadeni yazarım. Gönderdiğimde korkma altına at imzanı. Sana ziyan gelmez.
Gönderdiğinde tek satırını bile okumadan attım imzamı. Memleket hali bu… Dün de öyle idi bugün de öyle. Çene yormaya değmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder