Meğerse rahmetli
anam benden akıllı imiş… Okumuş, mürekkep yalamış biriyim ya… Elbette ümmi anacığımdan
daha akıllı olacağımı zannederdim.
Ama ne var ki, kazın ayağı öyle değilmiş…
Akıllı olmanın, tahsille uzaktan yakından alakası yokmuş… Akıl da yetmiyor dostlar…
Uzak görüşlü de olacaksın.
Rahmetli anam,
Ben ilk mektebe daha yeni gitmeye
başladığımda “ben Yakup’umu hoca yapacağım” der başka bir şey demezdi.
Sözünü ettiği hocalık elbette din hocalığı
idi… Yaşım ilerledikçe her hoca değişinde yüzümü buruşturmuş olacağım ki…
Bu sefer “imam olacak benim oğlum”
demeye başladı. Demek ki imamlığın mertebesi hocalıktan daha yüksekti.
Yoksa cumhurun reisi ikide bir cumaları
imamlık yapacağım diye tutturur muydu?
Lakin…
Aklım göğe erip, dilim pabuç kadar
olmaya başladığında…
“Hee öbür oğullarınla bu dünyayı
garanti edicen… Benimle de öbür dünyayı değil mi…” Demeye başladığımda her
defasında topuğu pelit odunu terliğin arkamdan seğirttiğini hatırlarım.
Aklı, fikri bu dünyada gızma banyolu
beton binada yaşamak olan bendenize elbette ki din hocalığı fukaralıktan öte
bir şey ifade etmiyordu.
Nasıl ifade etsin ki?
Arada bir, birileri mevta olacak… Bütün
rakiplerini atlatıp mevtayı pür-ü pak edeceksin… Devir yapıp talkından sonra
öyle bir aşk ile hatim indireceksin ki… Eline üç beş kuruş çoluk çocuk nafakası
geçsin.
Ramazanı dört gözle bekle ki… Bir ensesi
kalının softasında et yüzü göresin. Uğurlarlarken de cebine “çaktırmadan”
bayram harçlığı koyup “ağzına sağlık hocam, çok güzel okudun” desinler.
Rahmetli anacığım öbür oğullarından
alamadığı muradını benimle gideremeyince büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.
Anacığım bu yüzden beni ileriki
yıllarında affetmiş midir bilemem ama… Şu anda ben kendimi affedemiyorum.
Öyle ya,
Gideydim İmam Hatibe… Olaydım bir
kenar-köşe camisine imam… (Sanatkâr ruhlu biriyim ya) Öğreneydim inşaat
boyacılığını… İşten arta kalan zamanlarımda camiye şöyle bir uğrayıp usturuplu
bir namaz kıldıraydım… Ya da cemaatsizlikten Cumadan Cumaya uğrasaydım…
Boyacılık yerine fırıncılık yapsam
daha mı karlı olur acaba? Yok, fırının tavı bana cehennem zebanilerini
hatırlatır arkadaş… En iyisi Büyük cami kapısında kabir tahtası satmak...
Maaşım bankadaki hesabımda biriksin…
Tövbe-billâh onu bozar mıyım? Onlar bana beş mertebeli apartuman için lazım olacak.
Cuma hutbelerinde de biraz haktan
hukuktan bahsetseydim… “Ey millet doğruluktan şaşmayın… Yoksa öbür tarafta
kızgın demirler sizi bekliyor…”Deseydim. Giderken de camiye üç-beş lira
elektrik parası bırakın…”Diye de ilave etseydim.
Dedim ya… Anacığım benden akıllı imiş.
Bir de… Kurdum mu bir kumpanya… Hak
vaki gecelerinde ilahilerimle mevtanın cennete gitmesine(!) yardımcı olup sevap
da işlemiş olamaz mıydım?
Merdiven
altı kumpanyalarına karşı tedbirli olurduk elbet… Yoksa piyasayı bozdurup
boşuna kürek sallamış olurduk.
Ama böyle bir şey olacak olursa;
Hiç tenezzül etmez…“Valla mevta
sahipleri kendileri bilirler… Biz yılların yol, yordamcısıyız… Rahata
erdirmenin geçeklerini herkesten iyi biliriz.”Der dert etmezdim.
Hatta rahmetli beynamazlar rüyalara
girer… “Allah senden razı olsun hocam… Sayende burada çok rahatım…”Derlermiş.
Bu işin uzmanı dostlarımın yalancısıyım.
Hele bir de Allah “yürü ya kulum…” Der
de… Bir yerlere baş olursam var ya… Deyme keyfime gitsin.
Arada bir cakasına imamlık yapardım. O
zaman camiler de yetmezdi…
Şöyle büyücek bir top sahası lazım
bana… Ki cümbür cemaati bir solukta, rahat rahat alsın… Dini bütünlerin
tebrikine doyum olmasın.
İşte
Ana sözü dinlemeyenin hali… “Öbür tarafı bilmem ama... Gitti bu taraf!”
Vakit geç sayılır mı acaba? Şaha biat
etsem vaziyeti kurtarabilir miyim ki?