Dün akşam
Ünye’nin hafif ılıkça gecelerinden biriydi. Baharı yaşadık mı? Yoksa Temmuz
ayının başında doğrudan yaza mı gireceğiz? Belki de bu gidişle yaz hiç
gelemeyecek ya…
Onun içindir ki “Ünye’nin ılıkça
gecelerinden biriydi” diyorum.
Hep yağmur… Hep serinlik… Gerçi
Ramazan günlerinde iyi de olmuyor değil hani…
Çayımı terasta yudumlayayım
dediydim… Bir ara gökyüzünü seyrederken mal-u hülyalara daldım yine…
Benimkisi tefekkür müydü? Yoksa
başka işi kalmayanların kendisine iş araması mı?
Her ne sebepten olursa olsun konu kâinata
geldi. Fi tarihinde yani binlerce yıl önce sımsıkı bir kütle patladı… Gazları
kâinata yayıldı. Sonra yine sıkışmaya başladılar ve yıldızlar oluştu,
galaksiler teşekkül etti.
Yıldızlar doğdular… Sonra öldüler…
Ve sonra yine doğdular… Bu böyle sürüp geldi.
Kâinat da ha bire büyüdü… Ha bire
genişledi… Genişlemeye devam ediyor.
Bilim adamları öyle söylüyor…
Kuran-ı Kerim de öyle diyormuş. Diyormuş diyorum… Ben de âlimlerin dediğini
diyorum. Dedikleri elbette doğrudur. Yalan söyleyecek halleri yok ya…
Lakin…
Beni gece serinliğinde buram- buram
terleten kâinatımızın hafızamızın alamayacağı kadar muhteşemliği karşısında
aciz kalmam değildi.
Beni terleten… Kâinatın
başlangıcından da öte ne vardı? Yani sıfır noktası ne idi? Bütün bunları eminim
ki Dünya kurulalı beri bütün insanlar az-çok düşündüler ve düşünmeye de devam
ediyorlar.
Kaç bilim adamı bu yüzden kafayı
yedi kim bilir?
Dolayısıyla artık bu yüzden kafayı
yemenin… Modasının geçtiğini düşündüğümden olacak ki… Ben bir adım daha öteye
gittim.
Kâinatın ötesinde devasa bir boşluk
var ki… Bu yüzden kâinat ha bire genişliyor, dur durak bilmiyor. Bu boşluk
nasıl bir şey?
Ve bu boşluk ne kadar? Boşluk
nerede sona eriyor? Onun ötesinde ne var? Yoksa bu boşluktan sonra bir kâinat
daha mı başlıyor?
Tüm bu sorular karşısında benim terlememi
hamur işini biraz fazla kaçırdığıma da hükmedebilirsiniz… Başka işin mi yok da
diyebilirsiniz…
Ama benim buram-buram terlemem
hamur işini biraz fazla kaçırmamdan da..Ya da başka işimin olmadığından da olsa bile… Kâinatın bu gerçeğini yok etmiyor
ki…
Gerçek!
İyi de… Gerçek ne? Neye göre ve
hangi kurallara göre?
Geçende bir internet sitesinde kızılötesi,
mor ışık vs. gibi çeşitli ışık kaynaklarından baktığımızda Dünyamız çeşitli
şekillerde görünüyor. Hiçbir görüntü birbirine benzemiyor.
Nitekim bazı canlıların bizden
farklı gördükleri ve işittikleri biliniyor. O zaman hangi görüntü gerçek?
Ya da kâinatın bildiğimiz
bölümlerinde yaşam yok diyoruz. Acaba öyle mi? Zannediyoruz ki mihenk taşı biziz.
Bütün kâinat bize göre kurgulandı?
Acaba öyle mi? Bence değil…
Öyle olsa idi yani mihenk taşı
sadece bir tane ve biz olsa idik… Kâinatın “cındık” kadar nüvesi olan biz insanoğlu
hiç birbirimizle kavga eder-miydik?
Ya da oruç dâhil kendimizi tımar
etmek için çeşitli yollara başvurur-muyduk?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder