Bana ne verirseniz verin, meşe ağacımdan vazgeçmem. Orada yorgunluğumu atıp mal-u hülyalara dalıyorum. Bazen diyorum ki “yahu şu meşe ağacı bilmem kaç metreküp kereste verir, satsam da biraz belimi doğrultsam hani”, sonra kendime kızıyorum “hatıralarını nereye koyacaksın?”.
Eminim ki benim evlatlarım için bir nebze de olsa “baba yadigarı” olacaktır, dolayısıyla onlar tarafından da maddi değerinden çok manevi değeri ile ölçülecektir.
Yani ben terk-i dünya yaptıktan sonra evlatlarım orayı terk etseler dahi, arada bir yadlarına düşüp onun altında yorgunluk atmanın hayalini kuracaklardır.
Yine lafı eveleyip geveliyor diyeceksiniz, haklısınız eveleyip geveliyorum, lakin konu hassas, neresinden başlayacağımı kestiremiyorum, kaldı ki bu işi de kırıp dökmeden yapmam lazım.
Ama can çıkar huy çıkmaz, pat diye söylemek zorundayım,” siz köyden gelenler, şehri mekan yapanlar sizde aynı duygular içerisindesiniz değil mi?”.Ve size sorulduğunda “biz falanca köydeniz” diyorsunuz, yada “dedemler filanca tarihte falanca köyden gelmişler biz aslında falanca köydeniz” diyorsunuz. Arada bir de olsa oraya gidip hatıralarınızı tazeliyorsunuz,yada tazelemenin hayalini kuruyorsunuz değil mi?
Ne güzel geçmişi unutmuyorsunuz ona sahip çıkıyorsunuz, köklerinize sahip çıkıyorsunuz, bundan anlamlı ne olabilir ki? Nice insanlar var ki şehirde kiradan kiraya, o mahalleden bu mahalleye dolaşıyorlar , sizin gibi bir yerlerin mensubu olmak ve aslımız şuradan geliyor demek için neler vermezlerdi ki?
Ve bir gün yolunuz düştüğünde, ihtiyaç duyup köyünüze gittiğinizde yıkılmış bir elma ağacı, yosun bağlamış bir eşik veya tahrip olmuş bir çit gördüğünüzde içiniz burkuluyor, sahip çıkamamanın ezikliğini hissediyorsunuz. Veya birilerinin sizin sınırı yıktığını, tarlanızda hayvan otlattığını, meyvelerinizden birinin dallarının kırılmış olduğunu görseniz celallenip hırs almaya kalkıyorsunuz .Yada köyünüzün her hangi bir köşesindeki koruluğun talan edildiğini,mezarlıktaki canım ağaçların üç- beş bin liralık gelir uğruna kesilip satıldığını görseniz tepkiniz hiçte hayra alamet olmaz değil mi?
Çünkü sizin için bütün bunlar herhangi bir ağaçtan yada eşyadan öte anıları barındıran manevi değerleri pulla ölçülemeyecek varlıklardır, zaten öylede olması gerekir.
Yine köyünüze dışarıdan gelip yerleşenlerin köyünüzün kurallarına, şartlarına, ananelerine uymalarını istersiniz siz o köyde oturmasanız bile. Çünkü köyünüzün emin ellerde olmasını ister bundan huzur duyarsınız.
Peki, köyden şehre gelenler, burada iş, güç sahibi olanlar ve şehirde ticaret yapıp zengin olanlar yada mevki makam sahibi olup şehirleri yönetmeye talip olanlar ve yönetme başarısını gösterenler, neden sizden önce burada birilerinin oturduğunu aklınıza getirmiyorsunuz? Neden onların siz gelinceye kadar nice çileler çekerek burayı sizlere hazır hale getirdiklerini düşünmüyorsunuz?
Şehre gelip oturmak, yerleşmek en tabii hakkınızdır ama buranın kurallarına uymak sizin vazifenizdir, bunu sizden istemek sizden önce buraya gelenlerin en doğal haklarıdır.
Ve sizden önce burada oturanlar, bu şehrin asli unsuruyuz iddiasında olanlar kendilerine hayat veren, kimlik kazandıran şehirlerine ihanet edip tarumar etseler dahi, ona sahip çıkmak şehirli olmanın en baş şartı değimlidir? Şehrin de bir ruhunun olduğunu, her taşının her çeşmesinin her ağacının da o şehre bir anlam kazandırdığını bilmeniz gerekir, tıpkı geldiğiniz köyünüzde olduğu gibi.
Yine özellikle yönetenler, güzellik, uygunluk, yakışırlılık kavramlarının şehirden şehre hatta muhitten muhite ve mahalleden mahalleye değişebileceğini imar uygulamalarının ona göre yapılması gerektiğini,”iktidar bende, ben yaptım oldu” mantığı ile hareket edilemeyeceğini bilmek zorundadırlar.
Sizler eğer burada oturacaksanız, bu şehirde söz sahibi olmuşsanız/olacaksanız bu şehre, onun değerlerine sahip çıkmak zorundasınız ve şehirde yaşamak istiyorsanız her şeyden önce “şehirli” olmak zorundasınız.
Çünkü sonunda şehirli olarak yine bu şehirde torunlarınız yaşayacaklardır………
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder