1990 yılının Nisan ayı. Serin bir Bakü öğleninde Şehitler Hıyabanını ziyaretimiz esnasında Milli İstiklal Partisi başkanı İtibar Memmedov ile tanıştım. Bir gün sonrasına randevu aldım. O sırada yanımızda bulunan kısa boylu, kara kuru bir adam ikide bir bana fısıltı ile “Türkler bizi sattı.”
Deyip durdu.
Nitekim bir gün sonra İtibar ile görüştüğümüzde ilk sözü “Türkler bizi iki kere sattı. Biri Atatürk, diğeri ise Özal…” Oldu.
Ben de “Özal’ı bilmem ama kurtuluş savaşında her ülke kendi derdine düşmüştü. Siz de kendi mücadelenizi vermeniz lazımdı.” Deyince ipler koptu. Hırsla ayağa kalktı “görüşme bitmiştir” dedi.
Yanındaki Kara kuru adam sonradan Savunma Bakanı olan Rahim Gaziyev idi. Elçibey zamanında vatana ihanetten hapse atılmış, önce idama sonra müebbede mahkûm olmuştu. 2005 yılında da affedildi. 2020 Haziran ayında yeniden tutuklandı.
1992 yılında Azerbaycan’a gittiğimde misafiri olduğum arkadaşım bir akşam eve morali bozuk bir şekilde gelince nedenini sordum. “Cebrail’i savunmak üzere asker talebi için savunma bakanına gittiklerini ama bakanın kendilerine paralı Rus askerlerini tutmalarını tavsiye ettiğini söyledi.”
Çok şaşırdım. Biz böyle şeylere alışık değildik.
2003 yılı… Yine Azerbaycan yollarındayım. İran ile Azerbaycan arasındaki Astara Gümrük kapısında bir Azeri rütbeli askeri ile sohbetimde suratındaki on günlük sakalı göstererek “sen ne biçim askersin?” Dedim. Gülerek“sakalla askerliğin ne alakası var” dedi. Sonra devam etti “sizin komutan beni görse çok kızar, hiç affetmez.”
1992 yılına dönelim;
Arkadaşım Rafig’e “ bizde bir söz vardır, her şerde bir hayır vardır.” Deriz. Ermenilerle olan bu savaşınız ve kayıplarınız sizde “MİLLET” olmak bilincini geliştirecek. Biz bile neredeyse yüz yıldır bunun için uğraşıyoruz.” Dediğimde bana çok kızdı. Misafiri olmama şükür ettim.
Azerbaycan bir zamanlar böyle idi. Her ne kadar Azerbaycan Türkleri bizden önce cumhuriyetlerini kursalar da… Bizim gibi köklü tarihi geçmişi olmayan küçük sultanlıklar şeklinde yaşamış, ordusu olmayan, harp sanatını bilmeyen ve sanki petrole bekçilik yapsın diye kurulmuş bir (Sovyet) devleti idi.
O yıllarda millet, devlet bilinci ve kültürü olmamış bir milletin bu seviyeye gelmesi kolay olmadı. Bu her milletin ve devletin harcı değildir. Güneyimizdeki devletlere bir bakalım hele…
Yaklaşık otuz yıl içerisinde millet bilinci ve devlet geleneği oluşturmak, hele ordu kurup kültür ve geleneğini oluşturmak için millet ve devletinin sağlam iradesi gereklidir.
Kısaca;
90’lı yıllarda bizim için neden savaşmıyorsunuz diye bize kızan, adeta ihanetle suçlayıp sanki yenilginin bütün suçlarını başkalarına yıkan zihniyetten; bu günün ne istediğini ve ne yaptığını bilen Azerbaycan’a gelmek elbette çok kolay olmamıştır. Hedefini bilen, bu hedefine nasıl ulaşması gerektiğini çok iyi hesaplayan ve bunun içinde azim ve sabırla çalışan bir Azerbaycan var karşımızda. Bu motivasyonun kaynağı ne idi?
İşte, burada başlık sorusuna geliyoruz.
“Ermenistan’ın milli bilincin oluşmasındaki katkısı ne kadar? Bunu uzun, uzun anlatmaktansa isterseniz soruyu tersten sorarak fikir jimnastiği yapalım.
“Ermenistan bu haltı yemese idi Azerbaycan bu seviyede olabilir miydi?” Ermenistan’ın bu ahlaksızlığı olmasa ve Azerbaycan topraklarını işgal etmese idi Azerbaycan bu denli milli birlik içerisinde olup, ordusu bu denli güçlü ve eğitimli olur muydu?
Bunu biraz düşünelim isterseniz.
Rafiq aziz dostum;
“Senin konağınken bana çok kızdın. Ama yıllar sonra da olsa galiba ben haklı çıktım. Şu anda sevinçliyim. Ama bir o kadar da üzgünüm. Cebrail’in düşmandan geri alındığını keşke görebilseydin.” Bir gün Allah nasip eder de… Cebrail’e gidersem senin selamını götüreceğim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder