Çuvalcı mı olsa idim ne? Şimdi bile çift yevmiye
alıyorlar. Lakin o bile yavaş-yavaş miadını dolduruyor. Eskiden bir çuvalcılar
vardı bir de eşekler. Patpatlar daha dünkü icat.
Dünkü icat dedim de… Aklıma geldi. Patoz çıkalı şunun şurasında ne oldu
ki? Ben diyeyim kırk siz deyiniz kırk beş. Yani bir buçuk nesil… O kadar.
Patoz
yerine kullanılan bir takım “uyduruk” aletler vardı ama patozun ilk rotatifi Karadeniz’e
yetmişli yıllarda geldi. Nereden geldi, nasıl geldi bilemiyorum. Patozla olan
ilk tanışmam yetmiş beşli yıllarda oldu.
Hikâyesi
uzun… Dernekte para toplamamız icap etti. Dedik ki “fındık zamanı herkes ya
yevmiyeye gitsin, ya babasının harmanından bir teneke fındık aşırsın. Fakat şu
güne kadar paraları getirsin. Biz de dört arkadaş rahmetli Avukat Cemil
Yürür’ün Kiraz Tepedeki harmanında Patoza fındık verdik. Beş saat anamız
ağladı. Yüzer lira para aldık. Gittik emaneti yerine teslim ettik.
Para kazandım
ama anamdan da bir ton azar işittim. Üst-baş perişan… Kadın haklı. Kirlileri el
ile yıkayacak. İşte benim ilk Patoz hikâyem bu şekilde. Patoz’u öyle herkes
kiralayamazdı. Birincisi yol iz yoktu. İkincisi, biraz da tuzluca idi…
Elbette
devran değiştikçe ve yaşam anlayışları farklılaştıkça ayların da önemleri ona
göre değişiyor.
Temmuzun
sonu ile Eylül ortaları arasının adı fındık ayı idi. Ondan önceki iki ayda
düğün zamanı idi.
Peki,
Eylül ile Ekim sonu arasına ne denirdi? Erkeklik ayı.
Öyle ya,
Harmandaki fındıklar tüccara teslim edilip bakiyeden arta kalanlar destelenmiş,
delikanlıların kimisinin cebinde yevmiye veya baba kıyağı ya da harman
aşırtması, genç kızlar da ise ya yevmiye ya da başak paraları harcanmak için
gün sayıyor.
Ama en
önemlisi erkeklik ayı isminin sadece kabaran ceple ve hafta günü sergide
harcanacak para ile alakalı olması değildi.
Eylül ve
Ekim ayları aynı zamanda hesap görme, hesaplaşma ayları idi de. Zaten “erkelik
ayı” ismi de asıl buradan gelirdi.
Başkaları ile hesabı olanlar bu ayı beklerlerdi. Bir yıl bununla ilgili planlar
yaparlardı.
Düşünsenize,
Hasmın
defterini dürmek için silah, avukat, rüşvet hep para ile dönen şeyler. İçeride
adam besleyeceksin o da para. Kiralık tuttun o hep para. Kızıldığında söylenen
cümle “ulan bu yılın fındığını senin
kıçında harcamazsam” idi. Niyet erkeklikse illa hasma gerek yok. Mevsimlik
pavyonlarda bela çok. Velhasıl özellikle Eylülün son yarısı ile Ekimin ilk
yarısı püsür aydı.
Bu
aylarda her Çarşamba yani Ünye’nin Haftası günü Niksar caddesinin Karayolu
bağlantısı ile Stadyum arası Teksas’a dönerdi. Her hafta mutlaka vukuat olurdu.
Dokuz yüz
yetmiş beşten sonra Kabadayılar çekildi. Bu iş yavaş-yavaş sağ-sol çatışmasına
döndü. Daha doğrusu onlara havale edildi.
Olaylar,
hesaplaşmalar neden çoğunlukla buralarda olurdu da başka yerlerde nadir olurdu?
İhtimal
ki;
Burası hafta günleri çok kalabalık
olurdu. İşini görenler kalabalığa karışırdı. Bir başka neden de şu andaki
Telekom’un arkası mısır tarlaları idi. Oradan izini kaybettirmek kolay olurdu.
Zaten hasımlar da katilin peşinden gidemezlerdi. Gittikleri takdirde mısır
tarlasında pusuya düşmek tehlikesi de vardı.
80
ihtilalinden sonra hasımlıkla beraber Eylül ayının erkekliğinin bir yönü
budanmış oldu. Ama ticaretle olan yönü devam etti.
Galiba
Fındık Hikâyeleri daha birkaç hafta sürecek. Bu yazım yazı dizisi anlayışından
çok; aklıma gelenleri yazıya dökmek şeklinde oluyor. Aslında Orta Karadeniz
için önemli gelir kaynağı olduğu kadar kültürel yapısının omurgasını da teşkil
eden fındığın romanını yazmayı çok isterdim.
Oma
onun için kabiliyet ve zaman gerekli. İşte o bende muamma… Gelecek hafta
görüşmek üzere…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder