Her yıl aynı teraneler… Ağustos ayı
geldiğinde o yandan… Bu yandan fiyat üzerine spekülasyonlar başlar.
Vatandaş bulunduğu cenaha göre gaydasını çalmayı marifet sayar. “Bu
maliyete bu fiyat az.” Nidaları laf enflasyonunu azdırır.
İktidar da (genelde) süklüm, püklüm zevahiri kurtarmaya çalışır. Aslında
herkes fındığın maliyetinden çok içlerinden geçenleri dillendirmek ve hazır
fırsatı gelmişken bodoslama yapmak peşinde…
Elbette fındıktan bahsediyorum. Bizim yere, göğe sığdıramayıp
Karadeniz’in vazgeçilmez nimetinden sayılan “mirasyedimizden” bahsediyorum.
Zaten orta yerde kala, kala bir fındığımız kaldı. Çok övündüğümüz Hamsi
sizlere ömür. Zaten mısırın hükmü ne kadardı ki? Pancar ne ki? Bizim gibi
sosyeteleşmişlerin yanında esamisi bile okunmaz.
İsterseniz
daha ciddi takılıp geçmişe bir uzanalım.
90 yılına yani Sovyetler Birliği yıkılıncaya kadar fındık bir stratejik
üründü. Çünkü Sovyetlere karşı Karadeniz bir savunma hattı idi. Bu savunma
hattında yaşayan insanlarında bir şekilde doyurulmaları… Daha doğrusu yerlerinde
çakılı kalmaları, rahat durmaları ve huzur içerisinde olmaları için finanse edilmeleri
lazımdı. O da fındık üzerinden olacaktı. Elbette o finansmanı da Nato yani Batı
Bloğu karşılayacaktı.
Ve tabi ki bu finansmanın kullanımında yıllar içerinde hiyerarşik bir
yapı oluştu. Üreten belliydi, aracılar ve velhasıl en tepeye kadar hiyerarşik
yapı kurulmuştu. Kimsenin de bu tekerleğe çomak sokmaya niyeti olmadığı gibi
sokamazdı da.
Bu arada gözden kaçırdığımız birkaç husus var ki… Aslında fındık
konusunun finansman haricindeki önemli konularıdır.
Birincisi (90 öncesinden bahsediyorum) fındığı üreten üretici köylü
durumunda idi. Yani kendi halinde arazisinin başında oturan, günlük nafakasını
kazanmak için bütün işini kendisi yapmak zorunda olan ailelerdi. Ve hayvancılık
gibi yan gelirleri olan, elektrikten mahrum bu ailelerin doğru, dürüst
harcamaları da olmazdı.
İkincisi araziler (alan olarak) bu kadar parçalanmamıştı.
Kısaca (özellikle) 90 öncesi gaz, tuz parası biraz da cep harçlığı
yeterliydi. Köylünün aradığı daha ne olabilirdi ki?
Sovyetler dağıldıktan sonra Dünya yeniden
şekillenmeye başladı. Karadeniz Majino hattı olmaktan çıktı. Fındığın stratejik
önemi gitti. Yerine ekonomik değer geldi. Bir başka deyişle fındığa talep ne
kadarsa değeri de o kadardı. İşin içine ekonomi girdiğinde elbette ayak
oyunları, alavereler olacaktı. Özellikle liberal ekonominin bizatihi kendisi
alavere değil mi?
Bu işin ekonomi
yönü… Sosyal yönüne gelince;
Köy nüfusu azalıp
millet şehirlere akın edince, zaten alan olarak parçalanmış fındık bahçeleri
bakımsızlaştı. Verim artacağı yerde azaldı.
Ne var ki… Köylü
şehirli oldu ama fındık üretimi köylülükten bir türlü üretici durumuna
geçemedi. Zaten geçmesi de mümkün değildi. Sadece zamanın getirdiği teknolojiyi
kullanmak insanı köylülükten kurtarmaz. Çünkü öncelikle köylülükten kurtulmak için
verimlilik yani karlılık esasına göre üretim yapmak gerekir. Ki bu büyük toprak
sahiplerinde bile olmayan bir meziyet. Küçük toprak sahiplerinde nereden olsun?
Yukarıda
bahsettiklerim fındığın üretici tarafı… Devlet tarafı ne durumda?
Devlet Nato’dan
boşalan alana (ihtimal ki) destekleme yükünden kurtulmak ve günün modası
liberalleşmek (ki bana göre bir yere kadar doğru) amacıyla fındığı başıboş
bıraktı.
Aslında gerçekten
başıboş mu bıraktı? Bıraktı da birileri fırsatı ganimet bilip doldurdu mu?
Ne başıboş bıraktı,
ne de fırsat bilindi. Bundan sonra yazacaklarım sizlere komplo teorisi gibi
gelebilir. Siz yine öyle bilin.
AKP hükümeti
Fiskobirlik üzerinde operasyon yapıp onu neden batırdı? Yönetimini (gerçekten
istese) ele geçiremezmiydi? Ve TMO’ya ihtiyaç duyarmıydı? Acaba amaç Fiskodan
da öte TMO üzerinden finansman hiyerarşisini yeniden düzenlemekmiydi?
Şunu bilmek gerekir ki… Stratejik ürünlerin kurumları da stratejik olur.
Operasyonlar bu kurumlar vasıtası ile yapılır.
Evet, sizce neden batırmış ya da batmasına
göz yummuş olabilir? Liberalleşmek adına mı yoksa zarar ettiği için mi? ( Devamı haftaya)